Yüzümüze Kim Ayna Tutacak?
02 Temmuz 2009 - Zeynep Oral -
Modern Dans’ın en özgün, en etkin yaratıcısı Pina Bausch artık yok.
Haber acımasızdı: Pina Bausch öldü. Kanser olduğu açıklandıktan beş gün sonra… 68 Yaşında…
Modern Dansın en özgün, en etkin sanatçısı ve yeni bir dilin yaratıcı Pina Bausch, dünyadaki tüm çatışmaların, haksızlıkların acısını içinde büyüten Pina Bausch, aynı zamanda yeryüzünün en kırılgan insanı artık yok. Peki ama bundan böyle yüzümüze kim ayna tutacak?
İçimde kocaman bir “Ah!” büyüyor. (İstanbul aşığıydı. Dünyanın en şefkat ve sevgi dolu insanıydı. Dostumuz, arkadaşımızdı! İstanbul izleyicisi İKSV ve Tiyatro Festivalleriyle onu keşfetti ve bağrına bastı! Ben onu 70’lerden bu yana izliyordum! “Karanlıktaki Işık” kitabımda ona ayırdığım 40 sayfa “Yüreğimde bir Ah” başlığını taşıyordu.İçimdeki “Ah”ın büyümesi bundan… )
Ruhlara seslenen Bütüncül sanat
Pina Bauch klasik bale ve dans eğitiminden geliyordu. Önce Almanya sonra New York Julliard Müzik Okulu… On yıl kadar solist dansçı ve koreograf olarak çalıştı. 1973’de bir işçi bölgesi olan Wuppertal’da kurduğu “Tanztheater” topluluğunun ileride efsanevi bir topluluğa dönüşeceğini, disiplinler arası tüm sınırları kaldıracağını, yeni ufuklar açacağını, “Dans Tiyatrosu” kavramını, ( daha önce Almanya’da bu sözcükler kullanılmış olsa bile) çok katmanlı olarak sanat dünyasına yerleştireceğini kimse bilmiyordu.
O tarihten başlayarak yeni bir “dil”, yeni bir tür arayışına yöneldi. Onun sayısız eserini izledikten sonra tek tek eserler yerine bu yeni dili şöyle anlatabilirim: Pina Bausch, dansı, öykü anlatmaktan kurtardı.
“Öykü”, sahnedeki her dansçının bedeninde, deviniminde ve her dansçının gerçeğindeydi. Bu nedenle hem kendi, hem dansçılarının otobiyografik ve psikolojik anılarına yer verirdi.
Bir an, bir anı, bir düş, kimlik arayışları, insan ilişkileri ve oyunlar (çocuk oyunları, aşk oyunları , müzikhol oyunları, bayram şenlik, kutlama oyunları ) ama aynı zamandan korkular, endişeler, bilinmeyenler, acılar, gözyaşları, savaşlar da ya da kentler çıkış noktası olabilirdi. Tematik prodüksyonları seviyordu.
Pina Bausch tiyatro, dans, müzik ve plastik sanatları bir arada yoğururken, “bütüncül sanata ” yöneldi.
Sahnede işitsel tüm ögeler ( müzik, gürültü , ses ya da sözcükler) ve görsel tüm ögeler insan bedeni ve devinimiyle bir bütünü oluşturuyor ve bu bütün , anlamı belirliyordu. Görsel ve işitsel öğeler, gözden ve kulaktan önce ruhumuza sesleniyordu.
Peter Stein’dan, Fellini’ye , Robert Wilson’dan Almadovar’a nice farklı disiplinden sanatçıyı bunca etkilemesi bundandır!
Özgür Çağrışımlar
Önemli olan sahnede yaratılan her oluşumun, o oluşumu meydana getiren her anın, özgür çağrışımlara ve izleyicinin farklı katmanlardaki algılamalarına açık olmasıydı.…
Bu serbest çağrışımlar, farklı algılamalar, en soyut olanı bile somutlaştırıyor, sahnedeki gerilimi ve sonsuz duyarlılığı seyirciye geçiriyordu.
Pina Bausch , ince bir mizah ve derin bir hüzünle , sanki dans etmiyormuş gibi yapan dansçılarla, her eserinde, bir sonraki eserine uzandı. Bir eserinden ötekine aksak ritmleri, geometrik motifleri ödünç aldı. Tekrarlarla ayin havasını yüceltti. Her eserinde zamanı ve mekanı dönüştürdü.
Görsel tabloların, imgelerin o muhteşem görkemi gerisinde Pina Bausch müzikle, bedenlerin devinimiyle, tavırlarla , sözle, düşünceyle, duyguyla (en çok, en çok duyguyla) çoğalttığı sorularla bir şiir yaratıyordu.
Bu şiir, biz ölümlü izleyicilerin yüzüne tutulmuş bir aynaydı. Varoluş koşullarını, kendimizi, çevremizi, dünyayı sorgulamamıza yol açan bir ayna…
Pina Bausch her eserinde bize insanlığımızı anımsattı . Varoluş koşullarımızı da. İstanbul Tiyatro Festivallerinde izlediğimiz 3 kent üzerine yapılmış 3 eseri tanığımdır:
Hong Kong üzerine gerçekleştirdiği “Cam Temizleyicisi”nin finalindeki gül yapraklarından oluşan dağa tırmanan “insanlık”tı. Üç, beş, otuz değil , yüzlerce, binlerce insan, daha doğrusu bir insan seli akıyordu sahneden… Gül dağı, oyun boyunca dağılıyor, yeniden toplanıyor, yer değiştiriyor, havaya savruluyor, gökten yeniden sahneye yağıyordu… Ve bu süreçte biz Çin ve İngiliz alışkanlıkları, kültürel söylemleri arasında gidip geldik…(Hong Kong’un Çin’e geçiş dönemiydi.)
“Masurca Fogo”da Lizbon’un dişi ve şehvetli serüveni , kadınların iç çekişleri, tutkulu ve ateşli iç çekişleriyle başlıyor, her dansçı /oyuncu, kendi kişisel tarihini Lizbon’un kültürel dokusuyla , ve Portekiz’den derlenen gözlem ve izlenimlerle bütünlüyordu. Portekiz’in Afrika’daki sömürgeciliğini yok saymadan tarihsel olanla , gündelik yaşam arasında gidip geliyorduk...
Pina Bausch’un İstanbul’u
Pina Bausch’un İstanbul tutkusundan kaynaklanan “Nefes” adlı eserde ise neler yoktu ki: Saçlarımız... Erkeği baştan çıkarmak için kullandığımız saçlarımız, onlara hizmet etmek için süpürge ettiğimiz saçlarımız ama aynı zamanda “günaha” girmemek için bir telini bile gözlerden sakındığımız saçlarımız vardı… Sonra erkeklerin maçoluğunun sabun köpükleri altında eriyip gitmesini gördüm. (Ne çok sabun köpüğü vardı sahnede!) . Döne döne, başları dönen, yürekleri dönen erkeklerin “Mecnun”a dönüşlerini gördüm...
Belki de en çok minicik bir su damlasının (sahnede) nasıl büyüyüp yayıldığını, Boğaz’a, Marmara Denizi’ne dönüştüğünü gördüm. Suların akışında ve duruluğunda Mevlana’nın fısıltısını duydum , derinlere kök salarken , gökyüzüne uzanabilmeyi gördüm. Gökyüzünden boşalan şelaleyle , o şelalenin altındaki dansçının solo dansıyla, suyla bütünlenişini ve suya direnişini gördüm. Kentin tüm baskılara, olanaksızlıklara, yıkımlara, öfkelere direnişini gördüm.
Marmara’nın öfkesini ve doğurganlığını gördüm. Yürüye yürüye arşınladığımız kaldırım taşlarının sonsuzluğunu gördüm... O taşlarda acıyı gördüm.
Hayır, hayır, bunların hiçbirini değil, sahnede erotizmle mistisizmin, geçmişin birikimiyle, geleceğin umudunu , bunların içiçeliğini gördüm. İnsanların tutkularını, kentin sonsuzluğunu gördüm.
Hiç unutmuyorum. Pina Bausch’dan aldığım en büyük ders , insana ve insanlığa, yaşama, ilişkilere ve dünyaya bakmanın binlerce yolu olduğuydu. Bir kez buna inandık mı, görmenin, algılamanın olasılıklarını sonsuza dek çoğaltabilirdik.
Ben inandım. Sonsuz teşekkürler Pina Bausch.
Cumhuriyet- 2 Temmuz 2009
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler