Menü

Yeter ki kararmasın...


16 Şubat 2003 - Zeynep Oral -

Birkaç gün önceydi... Eyvah, elektrikler kesildi. Ev karanlığa gömüldü. Bilgisayar, karardı. Yazmakta olduğum yazı, sizlere ömür! Tepem attı. İşim var gücüm var benim! Sigortaya koştum! Komşulara! Cama yapıştım! Her yer karanlık! Telefonlar. Sizde de mi kesildi bizde de mi... Annem üşüyor. İşte bu, her şeyden önemli. Herkes çok öfkeli... Homur homur söyleniyorum... Neyse elektrikler geldi. Neyse yazının çoğu kaybolmamış. Neyse, yazı bitti... Televizyona yöneliyorum. Haberler... Çat! Elektrikler yine kesildi. Ama bu da çok oluyor artık! İnsaf! Bir haber bile izleme hakkım yok mu benim! Bu kadarı da olmaz ki! Hangi yüzyılda yaşıyoruz! Artık çok öfkeliyim! Neyse uzatmayayım... Sanırsınız ki, bir akşam haberleri izlemesem, dünya batacak... Birden çok utandım kendimden. Homurdanmalarımdan yakınmalarımdan, kızgınlığımdan çok utandım.

Bağdat’ı düşündüm. Tarık Aziz’in bana söyledikleri aklıma geldi. Koskoca devlet adamı gözleri yerde utana sıkıla anlatıyordu: “Geçen savaşta ABD güçleri önce tüm elektrik santrallerimizi bombaladı. Bağdat ve bütün ülke karanlığa gömüldü... Günlerce, haftalarca, aylarca...”
Savaşın getirdiği tüm yıkımları acıları anlatırken , insanların, tüm sanayinin, rafinelerin, tüm alt yapının yok oluşunu dile getirirken ha bire , “Halkımız en çok sürekli karanlıkta kalmaktan sıkıntı çekti... Karanlığın halkımız üzerindeki psikolojik baskısını size anlatmakta güçlük çekiyorum” diyordu...

İşte günlerdir bizim medyamızda da geniş yer alan “Canlı kalkanlar” a burada büyük iş düşüyordu. Tarık Aziz, oların sivil savunmaya, halkın korunmasına, korunmaktan öte hayatta kalmalarına, yaşamı sürdürebilmelerine yardımcı olabileceklerini açıklıyordu. “Kapımız açık... Böyle bir görev üstlenmek isteyenler gelsinler, elektrik santrallerimize, su santrallerimize, yiyecek depolarımıza yerleşsinler. Hayır, fabrikalara, sanayi merkezlerine , hükümet binalarına demiyorum. Bunların da yok olması büyük zarar ama korkunç değil. 91’de ışıksızlık, karanlığa gömülmek korkunçtu. En çok o yıldırdı halkımızı...”
Bakmayın bizim büyük medyanın “canlı kalkan” deyince içlerinden birine, “güzel” fotoğraf veren güzel bir kadına takmalarına, varsa yoksa dillerine ve görüntülerine onu dolamalarına, canlı kalkan olarak gidenlerin her biri kahraman.

Hayır, sakın yanlış anlaşılmasın, kimseleri özendirmeye çalışmıyorum. Ama insanların, gerekçesine inanmadıkları, ahlaksız buldukları, dünyayı çok daha büyük tehlikelere ve kaosa atacak bir savaşa karşı direnmeleri; böyle bir savaşta saldırıya uğrayan ülkenin sivil halkını korumak için kendi canları pahasına yardıma koşmaları , inandıkları doğrular yolunda ölümü göze almaları, elbet kahramanlık...

Dün dünyanın birçok yerinde ve Türkiye’de millet sokaklardaydı, akşam sekizde ışıklar yanıp sönüyordu. Bir gün dünyanın bir ucunda ,futbol maçını izleyenlerin tribünleri tutuşturan haykırışı, bir başka gün dünyanın bir başka ucunda sokaklarda yankılanıyordu.
Endonezya’dan İngiltere’ye, Latin Amerika’dan Kuzey Avrupa’ya, hükümetleri ne karar vermiş olursa olsun milyonlarca insan , bugüne dek birbirlerinden hiç mi hiç haberli olmayan insanlar, aynı dili konuşuyor, aynı yürek atışlarıyla tepkilerini dile getiriyordu. Ne kadar izliyorsunuz, ne kadar işin içindesiniz bilemem ama bu “Dünya kardeşliği”, “Barış” değilse bile “Barış Çabası Kardeşliği” bana heyecan veriyor. Bu tepkiler yoğun bir biçimde sürdükçe umut var diyorum. Ve şair gibi “Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir” diyorum.
Öyleyse her akşam saat sekizde ışıklarımızı yakıp söndürmeye devam... Yeter ki kararmasın ne o cevahir ne de dünyamız...

 

16 Şubat 2002

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.