Venedik Bienalinde Türkiye…
11 Haziran 2005 - Zeynep Oral -
“İşte Venedik , o yüze gülen , fakat şüpheli dilber!...” Thomas Mann’ın deyişiyle, “Yarı masal , yarı tuzak… Bir zamanlar zevk ve sefalı bir gürlük içinde sanatı geliştirmiş, kazanç hırsıyla tutuşan şehir…”
Venedik’teyim. Şu günlerde Venedik, bin kat daha çok gülüyor yüzümüze ve her zamankinden daha çok sanat aşkıyla, sanat tutkusuyla yanıp tutuşuyor… Çünkü Venedik’te bienal var! Ama hemen belirtmeliyim , bu gülüşün gerisinde insanın içini acıtan, hüzünlendiren, kimi zaman isyan ettiren ya da ürküten bir taraf var. Çünkü günümüz sanatı , yaşamla , içinde yaşadığımız dünyayla öylesine iç içe , öylesine ayrılmaz bir bütün ki… Ve içinde yaşadığımız dünya öylesine lanet olası acılar, öylesine kahredici haksızlıklar, şiddet ve baskıyla sarmalanmış ki; “yüze gülen, şüpheli dilber” , şimdi her zamankinden çok, kahkahaları değil, şüpheleri , kuşkuları sergiliyor…
Çağdaş dünyaya ışık tutan Venedik Bienali, 110. yılını kutluyor bu yıl. Üç gün önce açıldı. Yeryüzünün hiç kutkuşuz en önemli sanat platformu. Ülkeler üstü, uluslarüstü bir şölen , bir ziyafet. Yeryüzünü ve yaşamı kavramaya çalışmak , bin yıldır süregelen sorularımızı , yanıt arayışlarımızı sürdürmek için eşsiz bir arena… İçinde yaşadığımız Kaos’u gözler önüne seriyor.
Bienal’in a’sı, b’si…
Bir değil, bin yazı yazsam, Venedik Bienali’ni size anlatamam. Zaten anlatılmaz , ancak yaşanabilir…
Ama hiçbir şey söylemeden önce bir yanlışı düzeltmeliyim: Türkiye basınında aylardır, haftalardır , 51. Venedik Bienali’nde , Türkiye’yi tek sanatçının temsil edeceğini, katılımın bir sanatçıyla gerçekleşeceğini okuduk durduk… Doğrusu bu “temsil” sözcüğünün inceliklerini pek bilmiyorum ama , oraya gittiğimde bir değil üç sanatçımızın katılımını öğrenmek ve görmek beni hem şaşırttı hem çok mutlu etti. (Şaşırmam, bugüne dek öteki ikisinin neden hiç ama hiç adlarının geçmemesindendi … )
Öyleyse baştan başlayayım:
51. Uluslararası Venedik Bienali, bu yıl 2 kadının , ütopyalara inanan iki küratörün eseri: Rosa Martinez ve Maria de Coral. (ilkini bizim İstanbul bienallerinden iyi tanıyoruz.
Venedik Bienal’i 3 bölümden oluşuyor:
1) Ülkeler: Venedik’in farklı mekanlarında 70 ülke temsil ediliyor. Türkiye adına bizim katılımcımız Hüseyin Çağlayan. Sergi kuratörlüğünü Beral Marda yapıyor.
2) “Her zaman daha İleri “ başlıklı uluslar arası sergi. (Belki de Uluslarüstü demem gerek) Dokuz bin metre karelik bir alana yayılan bu dev sergi için Rosa Martinez dünyadan 49 sanatçı seçti. 49 sanatçının ortak paydası “çağdaşlığı “ araştırmaları, bir adım önde götürmeleri, geleceğe bağlamalar. Ve Türkiye’den bu bölüme 2 sanatçıyı seçti Martinez: Yaşamı terjettikten sonra da “çağdaşlığın” sözcüsü Semiha Berksoy (23 eseriyle en önemli yere yerleşmiş!) ve genç sanatçı Bülent Şangar ( 3 eseriyle yer alıyor)
3) “Sanat deneyimi “ Başlıklı , İtalyan pavyonunda yer alan sergi. Maria del Coral’ın dünyadan seçtiği 42 sanatçının eserlerini kapsıyor. Bienal için özel olarak tasarlanmış olsun ya da olmasın, onların ortak yanı farklı “dil” ve “tartışma” arayışları…
(Bienal’e dahil olmayan ama ayni zamanda açılan İsmail Acar sergisi de zamanlama açısından müthiş bir düşeşti!)
Hüseyin Çağlayan yaratıcılığı
Türkiye ilk kez bu uluslar arası platformda bunca önemli bir yer tutuyordu. Bu bile başlı başına bir kazançtır bence. Orada var olmak önemliydi, gerekliydi! Ve vardık!
“Ülkeler” bölümünde Hüseyin Çağlayan’ın “Olmayan Varolma” başlıklı sergisi için Türkiye seferber olmuştu. Dış İşleri Bakanlığı’nın manevi ve maddi (yüz bin dolar) katkısıyla , Garanti Bankası’nın sponsorluğuyla (yüz bin dolar) ve Turquality'nin desteğiyle, Beral Madra’nın seçimi ve Hüseyin Çağlayan’ın dehasıyla gerçekleştirilen “olay” muhteşemdi! Venedik’in en görkemli mekanlarından birinde, Büyük Kanal üzerindeki muhteşem bir yapıda, Levi Vakfı’ndaydı.
“Olay” diyorum çünkü bur video yerleştirmesiyle, dört dev ekranda izlediğimiz bir filmle başlayıp , üç heykelle sona eren ve yalnız izlediğiniz sürece değil, izledikten çok sonra da etkilerini yitirmeyen, sorgulamanızı, hesaplaşmanızı sürdüğünüz bir deneyimdi.
Hüseyin Çağlayan’ın sıradan bir moda tasarımcısı olmadığını, onun “işlerini” gören biri olarak bugüne dek bilmez değildim. Bu işlerde, tiyatro, edebiyat, sinema ile içli dışlılığını , “geçmiş”e baktığı zaman bile “fütürist” yanını görebilirdim. Ama bu kez sanki her zamankinden daha çarpıcıydı. Çünkü…
Çünkü yaşamı sorgulayışını bir şiire dönüştürmüştü.
Anlatmaya çalışayım: Filminde bize üç kadın gösteriyor: Üç yabancı… Coğrafyalarını belirleyen yalnızca yüzleri sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Üzerlerindeki günlük giysilerinden alınan DNA verileriyle bir labaratuardayız. Bu veriler ve ortama, çeşitli seslere, formlara verdikleri tepkilerle onlar hakkında bir bilgi edinilecek… Deneyi sürdüren , muhteşem oyuncu Tilda Swinton… Bilim adamı kimliğinden kadın kimliğine geçişi görülecek bir şeydi. Elindeki üç tişört’ü ilaçlı suya – aynalara- daldırırken ya da onları suda yıkarken düşündüklerini, gördüğü düşleri bile görebiliyorduk. Su eşittir bilgisayar… Ve sonra bütün bu deneylerden sıyrılmak, yaptığı işten, verdiği hükümlerden arınmak için yıkanışı, yüzüne, aynalara sular çarpışı… (Tarkovski’yi anımdamadan edemiyorsunuz)
Hüseyin Çağlayan günümüzün en önemli yakıcı sorunlarından birine parmak basıyordu. Göç, insanların yerlerinden olması, kimliklerinden olması ve gittikleri yerde kuşkuyla, endişeyle korkuyla karşılanması… Onları teknik gelişmelerden yararlanarak sorgulamamız, (bakalım yeni koşullara, “bize” alışabilecek mi? Şu ortamda tepkisi ne olur?) , belli kalıplara sokmamız, sınıflandırmamız, etiketlememiz… Önyargıların kıskacında sıkışıp kalmamız…
Düşündürücü, çok etkileyici, kimi zaman isyan ettirici ama şiirselliği hiç elden bırakmayan yaratıcılık örneğiydi Hüseyin Çağlayan’ınki…
Devamı yarına derken, emeği geçen, katkıda bulunan herkesi kutluyor ve teşekkür ediyorum…
11 Haziran 2005 - Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler