Menü

Üç Saat On beş Dakika...


08 Nisan 2006 - Zeynep Oral -

Üç saat on beş dakika… Üç saat on beş dakika… Üç saat on beş dakika… Bu “üç saat on beş dakika” kolay kolay terk etmeyecek beni…

Geçen hafta gençlere de söz hakkı tanısak diyordum... Sayısız gençten mektup geldi. “Siz hangi haktan söz ediyorsunuz! Kimse bize bu hakkı tanımıyor. Avaz avaz haykırsak bile kimse dinlemiyor”, diyorlardı.

İçlerinden biri , Ali Altıok, “arkadaşlar yanlarında bıçak, neşter , kurusıkı silahlarla gezerken söz hakkı isteyen gençlerin sayısı çok hem de çok az” diye yakınıyordu.
Ve hepsi ama hepsi “Bütün bir yaşam, bütün bir gelecek, üç saat on beş dakika süren bir sınavın sonucuna bağlanamaz” diyordu. Bu sözleri öyle çok duydum ki…

Gençler konuşuyor
Birkaç gün önce İzmir’de, Konak Belediyesi Güzelyalı Kültür Merkezi’nde ‘Gençlerimiz Konşuyor” başlıklı programda onlar konuşuyor biz yetişkinler dinliyorduk. Toplantıyı Balçova Rotary Kulübü düzenlemişti İzmir’deki beş farklı okulun öğrencileri salonu doldurmuş . Her okuldan bir temsilci sahnedeydi.
Sahnede beş genç, beş öğrenci. Beş ayrı liseden geliyorlardı. Beşi de sırayla konuştular. Sözlerine ara verdiklerinde hepsine sarılmak , ayarı ayrı hepsini kucaklamak istedim...

St. Joseph Lısesı öğrencisi Pınar “yarış atlarından hiçbir farkımız yok... Hayatımızı , tüm geleceğimizi üç saat 15 dakikalık sınav belirliyor” derken “biz makine değiliz” diye yakınırken, kimilerinin Türkiye’deki eğitim sisteminin tüm sorununu imam hatipler ve türban sorununa indirgemesine isyan ediyordu. Çağdaş, yetkin, düşünen bir birey yerine, arkadaşını en büyük rakip gören sistemi sorguluyordu.

İnönü Lisesi’nden Görkem, geleceği düşünürken, düşlerken, yalnız mesleği değil, aynı zamanda nasıl bir insan olması gerektiğini de düşünüyordu…
60 Yıl Lisesi’nden Senem’i dinlerken, onun heyecanı bana geçiyor, gözyaşlarımı zor tutuyordum. Bir başka boyut katmıştı konuşmasına. Umudu ve idealizmi katmıştı... O doktor olmak istiyordu , mesleğini iyi yapmakla yetinmeyip, toplumun umudu olacaktı. Ama idealini üç saat onbeş dakikalık sınava bağlamak büyük haksızlıktı.
Başarı Lİsesinden Gürdal, o ana dek kimsenin söylemediği bir noktayı vurguluyordu: İnsan kimi şeyleri de sırf sevdiği için yapabilmeliydi… Ancak bu eğitim sistemi içinde bu olanaksızdı.
Selma Yiğitalp Lisesi’nden Dicle, içlerinde en umutsuz olanıydı. O ve arkadaşları hayyalleribne ve ideallerine çoktan veda etmişlerdi. Üç saat on beş dakikalık sınava kilitlenen bir gelecekte hayallere yer yoktu ve olamazdı…

Hayaller ve Gençler
Onlara dilim döndüğünce yanıt vermeye çalışırken sözcükler çok yetersiz kalıyordu. Öss sisteminin bugünden yarına değişmeyeceğini bilirken, “sınav önemli değil, kaç puan aldığınız, hangi üniversiteye girdiğiniz önemli değil, nasıl bir insan olduğunuz, emeğinizi nasıl değerlendirdiğiniz, emeğinizin kimliğiniz olacağı bilinci önemli” demem bugün yaşadığımız ortamda ne denli gerçekçi olabilirdi ki?
Sakın, sakın hayallerinizden, ideallerinizden vazgeçmeyin öğüdü gülünç kaçmaz mıydı?

Bir yandan yanıt verirken bir yandan da bir süre önce bir öğretmenden gelen mektubun satırları arasında dolaşıyordum:
Lise birde hala okuma yazma bilmeyen öğrencisi olduğunu; okulda cezalandırılan bir öğrencinin ailesinin tüm aşiretle gelip okulu bastığını; öğrencilerinin yüzde 86’sının sigara, yüzde 42’sinin uyuşturucu kullandığını; öğrencilerinin yüzde 23’ünün ensest mağduru olduğunu; çoğunun ailesinde kan davası, dayak, kaçırma, hapis öyküleri bulunduğunu; bir babanın çocuğundan dayak yediği için okula sığındığını; okullardaki acımasız korkunç boyutlardaki yoksulluğu, kimi ailelerin okulda yalnız erkek öğretmenlerle görüştüğünü anlatıyor ve mektubunu şöyle bitiriyordu:
“Ders anlatırken Atatürk'ün gözleriyle karşılaşmamaya çalışıyorum..10 Kasım'larda, 29 Ekim'lerde şiir okunurken, ağladığımda herkes günün anlamına ağladığımı sanıyor; oysa çaresizliğe ağlıyorum. Muhtaç olduğu kudretin dolaştığı asil kanı uyuşturucuyla zehirleyen öğrencilerimi kurtaramıyorum.”
Okullardaki şiddet olayları, ardı ardına ölümle sonuçlanmasaydı belki daha uzun bir süre kimse okullardaki tehlikenin farkında olmayacaktı.

Okullarda yaşanan bu şiddet ve bu ölümler, gençlerin hayallerini yitirmeleri, buzdağının yalnızca görünen bir ucu… Umutsuzluk bizim işimiz değil. Bu akıl dışı, ilim dışı, çağ dışı gidişi durdurmak, tersine çevirmek için hepimiz seferber olmalıyız…

8 Nisan 2006- Cumhuriyet

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.