Türklerin Batı'ya Yolculuğu … Londra’da görkemli “Türkler” Sergisi…
22 Ocak 2005 - Zeynep Oral -
''Kim daha barbarmış? Bütün bu güzellikleri, bu ince zevki, bu sanat eserlerini, bu mimariyi yaratan Türkler mi, yoksa önüne geleni yakıp yıkan biz Batılılar mı!''
Birkaç gün önce Londra'da Royal Academy of Arts-Güzel Sanatlar Kraliyet Akademisi'nde açılan ''Türkler: Bin Yıllık Yolculuk 600-1600'' başlıklı serginin açılışında en çok duyduğum sözcükler şu yukarıdakilerdi... Buna benzer sözler, İngiliz Kültür Bakanı'ndan, sıradan izleyiciden ya da anlı şanlı sanat eleştirmenlerinden de geliyordu.
Sakin olup heyecanımı, coşkumu denetlemeye çalışıp baştan anlatmalıyım: Yalnız İngiltere'nin değil, dünyanın en saygın sanat kurumlarından olup kurulduğu 1768'den beri kültürel yaşamın merkezi konumundaki, Londra'nin göbeğindeki Kraliyet Akademisi'nin görkemli yapısı o akşam ışıl ışıl aydınlanmıştı. Yapının en tepesinde 'Turcs' (Türkler) yazılı dev afişe, avluda yerde yanan kırmızı ışıkların şavkı yansıyordu. Yapıya o kırmızı ışıkların, fıskiyelerin ve su seslerinin arasından geçip giriyordunuz. Ve yüzlerce insan kuyruk olmuş içeri akıyordu. (Açılışa 1400 kişinin katıldığı söyleniyor.)
Nasıl gelmesinler ki... Daha sergi açılmadan günlerce tüm İngiliz basını bu sergiden söz etmiş, 'Türkler' afişleri sokakları süslemişti. Ve dayanamayıp sonda söylemem gerekeni hemen söyleyeceğim. Açılışın ertesi günü İngiliz basını sergiyi ''Kraliyet Akademisi'nde bugüne dek yer alan en etkileyici sergi'' diye alkışlıyordu. (The Daily Telegraph gazetesinin ertesi günkü başlığı ''Daha önce hiç anlatılmamış bir öykü'' ydü.)
Başlangıçta...
Sergiyi, neyse ki açılıştan önce, hem Türk basınından davetlilerle, hem de yabancı basınla birlikte birkaç kez izleme olanağına kavuşmuştum. Baş döndürücü bir yolculuğun destansı serüveniydi sergilenen: Orta Asya steplerinden 7-8. yüzyılda Uygur Türkleriyle başlayan, 11-13. yüzyılda İran'daki Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçukluları'yla, 14-15. yüzyılda Timur hükümdarlığındaki İran ve Orta Asya Türkmenleriyle ve Osmanlı İmparatorluğu'yla devam eden yolculuk... Türklerin Batı'ya yolculuğu... AB kapılarını zorladığımız bu sıralarda bundan anlamlı bir 'tema' düşünülemezdi.
Serginin içeriğine geçmeden önce, bu yolculuğun Kraliyet Akademisi'ne gelişinin öyküsünü anlatmalıyım. Başlangıçta daha bu 'tema' ortada yokken her yıl dev sergiler düzenleyen kurumda, ansızın bir serginin iptal edilmesi, ortaya çıkan boşluk, Akademi sorumlularını çeşitli başka arayışlara sürükleyecektir. Acaba bir Topkapı Müzesi'nden seçmeler sergisi?.. İstanbul'a gelip gidişler... Ama daha önce yapılmış olanı tekrarlamak niye?.. Onların aklını çelen Nazan Ölçer olur. Babası Türk dilleri profesörü Ahmet Caferoğlu' ndan, Türklerin İslamiyet öncesi kültürlerini ve dillerini öyle çok dinlemiştir ki... Acaba? Neden olmasın? Çok iddialı ve bir yıl gibi çok kısa sürede hazırlanması zor bir proje ama...
Serginin beş küratörü bir araya gelip düşünceyi geliştirirler. Beş küratör, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Filiz Çağman , Harvard Üniversitesi İslam Sanatları Profesörü David Roxburgh , Kraliyet Akademisi Sergi Sekreteri Norman Rosenthal ile sergi küratörü Adrian Locke ve Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer'dir.
Bir yandan düşünce gelişirken bir yandan İngiltere ve Türkiye dışişleri bakanlıkları ve kültür bakanlıkları devreye girer... İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'ndan lojistik ve planlama desteği alınır... Sponsor arayışına girilir. Ana sponsorluğu Garanti Bankası, Aygaz ve Corus üstlenir. Ayrıca uluslararası bağışçıların desteği sağlanır.
Türklerin Orta Asya'dan Anadolu'ya, hep batıya ilerleyişlerinde yarattıkları eserlerin en nadide örneklerini toplamak için dünya müzeleriyle haberleşmeler başlar. British Museum, Louvre, Metropolitan, Berlin, Hermitage ve Topkapı Müzesi gibi belli başlı müzelerin yanı sıra on bir ülkeden 37 kişi ve kurumun Avrupa ve ABD'deki özel koleksiyonlarından 350 kadar eser seçilir ve getirtilir (Şu bir tümcenin gerisinde ne çok emek, ne çok çaba olduğunu hesaplamayı size bırakıyorum).
Açılışta ''düşümü gerçekleştirdim'' diyen Nazan Ölçer'in, ''mutluyum'' diyen Filiz Çağman'ın ve taa en başından beri bu olayı körükleyen Dışişleri Bakanlığı Kültür İşleri Genel Müdürü Şule Soysal'ın coşkusu müthişti.
Özdeki bilgelik
Hemen belirtmeliyim: Ivor Heal imzasını taşıyan sergi düzenlemesi, bu yolculuğun görsel sunumu muhteşem.
Çin'den Balkanlar'a uzanan çok geniş bir coğrafyada, göçebelikten yerleşik düzene uzanan kronolojik bir sıra izliyor. Uygurlar, Selçuklular, Timurlar ve Osmanlılara ilişkin coğrafi yerleşimleri açıklayan haritalar, yaşadıkları yerlerin mimari özelliklerini, dinlerini, dillerini açıklayan panolar bu serüveni kavramaya yardımcı oluyor.
Sergilenen Uygur elyazmaları, Turfan-Sincan mağaralarından çıkma eşyalar; Selçuk çinileri, tekstil ürünleri, halılar, ilk kez ateşli silahları kullanan Akkoyunlular, Karakoyunlara ait taş oymalar, resimler, yazılı kayalar, hat sanatı örnekleri, elyazması kitaplar; Alaeddin Keykubad için dokunmuş halılar, Osmanlı'ya ait seccadeler, kaftanlar, at başlıkları, Bellini imzası taşıyan sultan portreleri, Fatih' in gül koklarken resmedildiği ünlü portresi, Yavuz Sultan Selim' in değerli taşlarla süslü hançeri, Kanuni' nin tören kılıcı, Mimar Sinan tarafından tasarlanmış sedef işli ahşap kapı, İznik çinileri, Siyah Kalem'e ayrılmış başlı başına bir bölüm...
Bakmayın böyle sıraladığıma, seçimler az ama öz yapılmış... Ve bu seçim, çağlar boyunca Türklerin nasıl ince bir estetik peşinde olduklarını, göçebeyken, at sırtında batıya ilerlerken, savaşırken bile nasıl 'güzel' in peşinde koştuklarını, resimde, nakışta, yazıda ince zevki yücelttiklerini, sanata verdikleri değeri ortaya koyuyor. Vardıkları yerdeki halkların sanatlarıyla etkileşimleri, farklı sanatsal açılımları özümseyişlerini vurguluyor. Hem Türklerin bin yıllık yolculuğunda, hem de bu sergide çarpıcı olan, özdeki bu bilgelik.
Sergiyi dolaşırken yabancı sanat eleştirmenlerini dinlemek ilginçti doğrusu. Ben bu tür karşılaştırmalardan ne denli rahatsız olsam da söylemek zorundayım: Siyah Kalem eserlerinin önünde Goya adı, Mimar Sinan'la birlikte Leonardo da Vinci adı sık sık geçiyordu.
Ah elbet sırası değil, ama sergiyi dolaşırken, yüzyıllar boyu güzel sanatları, estetik kaygıları, 'güzel' tutkusunu, ince zevki, teknik beceriyi bunca yüceltmiş 'Türkler' in bugün nasıl olur da bütün bunlardan yoksun kalmaya, bunca çirkin, bunca kaba saba, estetik her kaygıdan uzak kent ve kasabalara mahkûm kaldıklarını, buna nasıl izin verdiklerini, nasıl bu hale geldiklerini anlamakta güçlük çektim.
Dev bir sergi için bu minicik yazı, serginin 12 Nisan'a dek süreceğini söylemek içindi. Hele bir İstanbul'a döneyim, yeniden yeniden 'Türkler' sergisini sizinle paylaşmayı sürdüreceğim.
Hepinize iyi bayramlar.
22. Ocak .2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler