Turandot
18 Nisan 2000 - Zeynep Oral -
Tenorun Dramı - Mine'nin Seçimi ...
Haziran ayı geldi mi, yedi yıldır sizi Antalya'ya , Aspendos'un büyüsüne katılmaya çağırırım. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali'ne...
Roma İmparatoru Marcus Aurelius'un emriyle, mimar Zeno'nun dehasıyla gerçekleşen o tiyatroda , 1800 yıldır yerli yerinde duran o taşlar, festival boyunca (10 Haziran- 10 Temmuz) yeryüzünün tüm duygularını kucaklar, sarıp sarmalar. Aida'nın aşkı, Ferhad'ın özlemi , Spartaküs'ün savaşı, Carmen'in ateşi , Othello'nun tutkusu o taşlardan yansır durur. Biz ölümlü izleyicilere, evrensel müzik mirasından pay almamızı sağlar...
Aspendos'tayım Ankara Devlet Opera ve Balesi'nden Puccini'nin "Turandot" operasını izlemek üzere antik tiyatroyu doldurmuş 5-6 bin kişiden biriyim. Bu temsilin özelliği, Calaf rolünü oynamak üzere ünlü İtalyan tenor Nicola Martinucci'nin ekibe katılması. Metropolitan, La Scala, Covent Garden , Berlin , Arena di Verona gibi dünyanın belli başlı sahnelerinde alkışlanmış, Verdi ,Puccini repertuarının "tartışmasız en iyi sesi" olarak ilan edilmiş...
Beni ilk "çarpan", dekorun müthişliğiydi. Prenses Turandot'un masal ülkesi Çin , genel görünümden en küçük ayrıntısına dek en belirgin ve otantik öğeleriyle, özellikleriyle karşımdaydı. Ve Çin nerede bitiyor, Antik Roma taşları nerede başlıyor ayırt edilemiyordu. Öylesine bir bütünlük ve uyum... Savaş Camgöz'ün Aspendos için tasarladığı dekorlar kadar, kostümler de çarpıcı, etkileyici ve görkemliydi. Ah bir de biraz ışık olsaydı! Anladık, gece karanlık, masalımızda sisli ve puslu bir hava, ama hele birinci perde boyunca ışıksızlıktan hiçbir şey göremedik.
Hayır, beni ilk etkileyen Antonio Pirolli'nin yönetimindeki orkestra oldu. Ve sonuna dek beni büyülemeyi sürdürdü. Keyif içinde Çin masalını izliyorum. Tenor da, dedikleri kadar varmış, pırıl pırıl bir ses... Derken üçüncü perde.
O an
Ve işte "o an" geldi. "O an" dediğim, eserin en ünlü aryası "Nessun dorma" (Kimse uyumuyor) . Uyumak ne kelime, soluğumuzu tutmuş bekliyoruz... (Hayatta yalnız üç arya dinlemişseniz, biri mutlak budur.) İşte ilk notalar ve o eşsiz melodi... Koca sahnenin ortasında tenor tek başına... Spotlar üzerinde. Kulaklar , gözler ona kilitlenmiş... Tenor yapayalnız söylüyor. Sesi yükseliyor yükseliyor... Güneşin doğmasını bekliyor...Güneş doğduğunda Turandot karısı olacak... Ses yükseliyor... Ve o en yükseldiği anda ses... Ses çatallaşıyor, ses çatlıyor, ses kırılıp dökülüyor. Ses unufak olmuş yerlerde sürünüyor , tenor perişan . Arya bitti ama biz de bittik. Arena'dan yine de alkış koptu. Mazlumun gönlünü almak için koptu alkış.. Opera devam etti ve sona erdi. Selama çıkan o çok geniş kadroyu , koroyu, solistleri, orkestrayı , onca emek verenleri dakikalarca alkışladık. En çok da tenoru... O, elleriyle boğazını gösteriyor, dinleyicilerden özür diliyordu.
Sonra... İzleyicinin bir bölümü çıkışa yönelmiş, orkestra yerinden kalkmaya başlamıştı ki (alkışlar hala sürüyor) tenor, sahnenin önüne geldi , orkestraya kalmaları için rica etti. Hassas dinleyiciler ipucunu yakaladı, "Nessun dorma" diye tempo tutmaya başladı... Ve "Nessun Dorma"nın ilk notaları... O eşsiz melodi... Tenorun sesi yükseldi yükseldi ... Tam o en yüksek anda... Yeniden ayni şey... Ses çatallaştı, ses çatladı, ses ve tenor paramparça... Aryayı bitirmedi. Ellerini yüzüne kapayıp sahneden ayrıldı.
Ne acımasız dünya! Ne korkunç bir meslek şan, opera! Kullandığın tek araç insan sesi. İnsan doğasının bir parçası! Kemanın, viyolonselin, kontrbasın teli kopsa, atarsın kopan teli, yerine yenisini takarsın! Piyanonun tuşu, pedali kırılsa , onarırsın! İçinde taşıdığın sesi, tanrı vergisi sesi, yıllar boyu eğitimle , birikimle, emekle, azimle geliştirdiğin sesi, gözünün nuru gibi koruduğun sesi atamazsın, değiştiremezsin, onaramazsın! O an o sesi çıkaramadın mı ölürsün! Ne zalim bir dünya! Ne zalim bir hayat!
Sonra çok şey söyledi: Antalya'nın 42 derecelik sıcaklığı, korkunç rutubet , otelin havalandırması, teknik zorlama... Geriye, 61 yaşındaki tenorun kulisteki gözyaşları kaldı. Antik Roma taşları tanığımdır...
Kaçma Mine Kaçma
Çarpıcıydı birkaç gün önceki "Radikal" gazetesinin manşeti. "Kaç Mine Kaç" diyordu. Açıklaması: "Katil (Ağca) 9.5 yılda çıkacak, gazeteci için 31 yıl isteniyor."
Radikal yazarı, Milliyet'in Paris temsilcisi ve benim için basınımızdaki köşe yazarlarının en muhteşemi Mine G. Kırıkkanat'ın, üçü ağır, üçü de asliye cezada , altı dosyası var. Davaların kimi eleştiriyi "hakaret" sayan politikacıların (Adalet ve Sağlık bakanlarının) şikayetiyle , kimi de eleştiri ve hakarete ölçü getirmeyen yasaların doğası gereğiyle açıldı. Ve düşünceleri, yazdıkları nedeniyle Mine Kırıkkanat için 31 yıl hapis isteniyor.
Tüm açıklamaları okuyorum ama yine de anlamıyorum Ağca'nın neden 9.5 yıl yatıp çıkacağını, ne de Mine için 31 yıl istendiğini... Adalet sistemi diyorlar... Değiştirin öyleyse bu korkunç sistemi! Ne duruyorsunuz değiştirin! 12 Eylül'den beri başımızdasınız, değiştirin!
Yakındır diyordum. Çok beklemek gerekmedi. Şimdiden bu katille de "gurur duymaya" başladılar...
Davalar nasıl sonuçlanacak bilmiyorum.
Bildiğim, umutsuzluğum! Ağça'nın açıklamaları MHP'yi biraz daha aklayacak, kendi de birkaç yıl sonra "büyük adam" olacak...
Bildiğim, arkadaşım Mine'yle gurur duymayı sürdüreceğim! Mine kaçmayacak, seçtiği yolda, düşüncelerini yazıya dökmeye , içerde ya da dışarida birbirinden güzel eserler vermeye davam edecek...
Bildiğim Abdi İpekçi'nin şu sıralar her gün yeniden öldürüldüğü! Abdi Bey'in ne ilk ne de son öldürülüşü olacak bu...
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler