Menü

Torre di Lago'da Puccini Festivali: Doğa ile Müziğin Buluşması.


26 Ağustos 2011 - Zeynep Oral -

Geçen haftadan sizlere sözüm var:  Torre di Lago'daki Puccini Festivalini paylaşıyorum… Önce biraz atmosfer:

İtalya'nın Toscana bölgesi… Ucsuz bucaksız uzanan bağlar…Üzüm ve şarap kokuları…  Etrüsklerden kalma biçimleri yeniden yaratan eller ve köyler… Servilerle şekillenmiş tepeler… Bunları aşıp varıyorsunuz Torre di Lago'ya.  Yani "Gölün kulesi"ne.

 Minicik bir köy burası. Güller, begonvilyalar ve sardunyalarla bezenmiş. Tek tük suya uzanmış tahta iskeleler, önünde küçük kayıklar. Gölün çevresinde  doğayı tedirgin edecek tek yapılanma yok. Bir iki küçük kahve , restoran , o kadar... Birkaç yüz yıl öncesinden kalma taş kule, taş kemerler... Taş kulenin eteklerinde kamışlar, sazlık, papirüsler.... Bunların tümü sulara yansıyor. Zaman durmuş gibi…

Romantizmin doruğu

 Opera Dünyasının son romantik bestecisi  ve belki de en büyüğü Puccini,  (1858-1924) hemen yakınlardaki Lucca kentinde doğmuş ama  yaşamının 30 yılını burada  geçirmiş.  Yukarıda özetlediğim  doğa ile bestecinin doğası  buluşunca ortaya çıkan sonucu ancak "romantizmin doruğu" diye taçlandırabiliriz…

 Puccini, göle ilk görüşte vurulmuş, sevgilisi, (sonradan karısı) Elvira'yla buraya yerleşmiş, fırtınalı aşklarını burada yaşamış, esin perileriyle burada sevişmiş, büyük operalarını burada bestelemiş, ömrünün son demlerinde, hayalini, kendi operalarını  bu gölde dinleme arzusunu yakınlarına açmış …

Puccini'nin ölümünden altı yıl sonra da 1930'da yakın dostların girişimiyle , bu gölün kıyısında , Puccini'nin müzeye dönüşmüş evinin önündeki meydanda, "La Boheme", 1931'de ise "Madama Butterfly" temsil edildi.  Ve böylece Torre Del Lago Puccini Festivali'nin tohumları atılmış oldu.  

Her yıl 20 Temmuz - 20 Ağustos tarihleri arasında yineleniyor Puccini Festivali. Sahnesi gölün üzerine kurulmuş olan 3 500 kişilik bir açık hava tiyatrosu  var… Tiyatroya minicik bir köprüden geçerek ulaşıyorsunuz.

Bu yıl bir  haftaya "Madam Butterly", "La Boheme" ve "Turandot" operalarını sığdırdım.

Verdi'den aldığı "mirası" daha da ileri götüren; gerçeklikten , dışavurmculuğa, romantizme yönelen Puccini,  İtalyan Opera geleneğinde  dramatik içerikle  "melodik" yapıyı en ustaca harmanlayanlardan  biri.  Aryaların  bir çoğunun dillerden düşmemesi eserlerinde  her şeyden önce armonik zenginliğe borçlu…Ama başarısını vokal çizgiyi sürekli yükselterek duyguların egemenliğine  salıvermesi de söz konusu… Puccine'de melodiyi sürükleyen duygudur… Zaten bu nedenle onun operalarının bir çok aryası, tek tek, kendi başlarına da  daha geniş kitleler  tarafından sevilir .

Doğu'nun  çıkartması

Seçtiğim üç opera da  kadın karakterler çevresinde gelişiyor. (Zaten Puccini'nin çoğu eseri öyle) . İçlerinde dramatik yapısı en zayıf olanı  "La Boheme". Öteki ikisi  "Butterfly" ve "Turandot" öykülerini Doğu'dan Japonya ve Çin'den alıyor.  Dönemin   "bilinmeyen, egzotik Doğu'ya merak,  özlemi" de diyebilirsiniz… 

Ancak benim vurgulamak istediğim, islediğim  her üçünde de uzak Asyalı sanatçıların  önemli rolleri paylaşmalarıydı. Yakında tüm sahnelerde en çok  onları izleyeceğiz. Gümbür gümbür geliyorlar!

Maestro Valerio Galli yönetiminde , Tokyo Operasıyla ortak yapımı "Madama Butterfly "ünlü   Japon yönetmen Takao Okamura'nın rejisiyle sahnelenmişti.  Okamura'nın yorumunda  "kötü emperyalist cici doğulu"dan çok  kültür farklılığı , inanç farklılığı  vurgulanıyordu.  Abartıdan, klişelerden uzak , düz çizgide ilerleyen, coşkusu az,  "sakin" bir rejiydi. Müzik hep ön plandaydı.   bu yorumda  iki muhteşem ses insanın ruhunu arındırıyordu: Soprano Saiko Ninomiya  ve Mezzo Soprano  Kimiko Suehiro  .

 "La Boheme" ise Hong Kong Operası'yla ortak yapımdı. Puccini'nin gerçekçilikten uzaklaşıp romantizme yöneldiği,  Festivalin dev korosunun yer aldığı eser, benim gibi bir tiyatro ve opera tutkununun beklentilerini karşılamaktan uzaktı.  

Giampaolo Mazzoli yönetiminde "Turandot" ise, üçü içinde en mükemmel olanıydı.  Sadece teması değil, kimi ezgileriyle de  Uzak Doğu'yu çağrıştıran  eseri İtalya'nın ünlü  opera ve tiyatro yöbnetmeni Maurizio Scapparo sahneye koymuştu.  Dekorlar  , Strehler'in eşsiz tasarımcısı Ezio Frigerio'nundu.   İkisinin işbirliğiyle "Art Nouveau" akımının tüm incelikleri  gelip o büyülü sahneye egemen olmuştu. 

Aşk ve iktidar çatışması boyunca  İtalya'nın genç yeteneği Antonia Cifrone (Turandot) ;  son yıllarda eleştirmenlerin  olumlu ya da olumsuz çok söz ettiği Kyu Sung Park (Kalaf)  ve Japonya'nın parlayan yıldızı Satomi Ogawa (Liu) izlemek , müziğin yüceliğine bir kaz daha inanmamıza yetiyordu! 

Müzik, nitelikli müzik, insanı ve  toplumları  geliştiren en önemli etkenlerden biri.  Dilerim ülkemizi yönetenler de bunun bilincine bir gün varırlar! 

Cumhuriyet- 26 ağustos 2011

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.