Tiyatrocu, "Adam Gibi Adama" Denir…
01 Şubat 2009 - Zeynep Oral -
Kimi isimlerin önüne “tiyatrocu” sıfatının takılması ağrıma gidiyor. Kişisel bir hakarete uğramış gibi hissediyorum .
“Tiyatrocu” demek, “tiyatro satan” demek değildir. (Simitçi, balıkçı gibi değil!) Tiyatrocu demek, tiyatro sanatçısı demektir. Tiyatroya gönül vermiş olan demektir.
İster “okullu” olsun, ister alaylı, kendini bu alanda yetiştiren, eğiten, sevdiği için, istediği için, tutkunu olduğu için, onsuz yapamayacağı için, tiyatro yapana denir “tiyatrocu” … Oyuncu , ışıkçı, sahne elemanı ya da yönetmen, soluk alıp verişini tiyatro sanatına adadığı için “tiyatrocu” olmuştur. Ekmeğini tiyatrodan kazandığı için “tiyatrocu”dur.
Günümüzde “tiyatrocu” olmak, meşakkatli, zor, azim, sabır, inat ve inanç isteyen bir iştir. Ben onları birer kahraman ve “Don Kişot” olarak görürüm…
Gerçek tiyatrocular, Muhsin Ertuğrul’un dediği gibi sahnenin pislik, kaldırmayacağını bilenlerdir. İkiyüzlülük, yalan , dolan , sahtecilik, yapaylık, kin, öfke, nefret de kaldırmaz!
Kısacası, adam gibi adama, insan gibi insana, “tiyatrocu” denebilir.
Yaşlı bir baba, kızının tiyatro eğitimi almasını istiyordu. Nedenini sorduğumda, hiç unutmam şöyle demişti: “Tiyatro eğitimi alsın da, tiyatrocu olamazsa bile, insan olur.”
Şiddet ürettiği sık sık gündeme gelen bir televizyon dizisinde psikopat bir mafya babasını canlandıran Atilla Olgaç’ın dehşet saçan açıklamaları, göğsünü gere gere işediği cinayetleri anlatması, öldürdüğü esirle gururlanması, başı sarpa sarınca, “ yalan söyledim, uydurdum” açıklamaları , sadece dehşet verici , iğrenç değil aynı zamanda hastalıklı, travmatik , tedavi edilmesi gereken bir durumdu. Günümüzde “caniliğe övgü”ye elbet başka isimler de verilebilir …
Bakırköy Cumhuriyet Savcılığının Türkiye’nin de taraf olduğu Cenevre Savaş Hukuku Sözleşmesi doğrultusunda soruşturma başlatması yerindedir. Ancak yeterli değil. Tiyatro Eleştirmenler Birliği’nin çok haklı biçimde vurguladığı gibi, Olgaç’ın sahneyi derhal bırakması, kameraların önünden kesinlikle çekilmesi gerekmektedir.
Bir an önce bu hastanın örnek oluşturması durdurulmalıdır.
Bu olayın şokuyla sarsıldığımız günlerde yine tiyatroya ilişkin iki olay, bu kez başka bir meslek alanında densizliği, cehaleti, pespayeliği, aşağılığı ortaya koyuyordu. Ne acı, ne yazık ki, o meslek alanı, benim mesleğim, gazetecilik alanındaydı.
Nedim Saban’ı sizler nasıl nereden tanırsınız bilmem ama ben onu çocuk yaşından beri ( yanılmıyorsam 16 yaşındaydı ilk tiyatro topluluğunu kurduğunda) izliyorum. Tiyatro sanatına verdiği sonsuz emeği, çabayı çok iyi biliyorum…
Bir gazetenin magazin yazarı , Nedim Saban’ı eleştirmek için , onun Yahudi oluşunu gündeme getirerek, tam bir ırkçılık örneği sergilerken aslında Nedim Saban’ı değil, kendini aşağıladığını herhalde fark bile edemiyordu.
Bir televizyon kanalında, bir gazetecinin İstanbul Şehir Tiyatrolarında gösterimdeki Nazım Hikmet’in “ İnek” oyunun afişine bakıp , afişi “İnek Nazım Hikmet” diye okuması ve “İstanbul Şehir Tiyatroları Nazım Hikmet’e ‘İnek’ dedi“ diye haber hazırlaması….
Ööööğö…. Mideniz bulanmıyor mu! Bu mu gazetecilik! Bu mu haber!
Tiyatro Eleştirmenler Birliği derhal bu üç olaya da tepki gösterip , öteki sanat kurumlarına da tepkilerini göstermeleri için çağrıda bulundu. Çok da yerindeydi bu çağrı.
Sevgili dostlar sormadan edemiyorum:
Cehaletin, hoyratlığın, iğrençliğin, ilkelliğin , psikolojik ve patalojik hastalıkların bunca kolay üretildiği topraklara mı dönüştü benim ülkem ?
Bunca kin ve nefreti, bunca “ucuzluğu“ ve pespayeliği , bunca yozluğu ve ikiyüzlülüğü, bunca
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler