Tanrılarla kucaklaşmak...
20 Ağustos 2011 - Zeynep Oral -
Hep o soru kafamda dönüp dolaşan: Bebeklerden katil yaratmak, katilleri çocuk ilan etmek yerine, çocuklardan “İnsan” yaratmaya kaç müzik okulu gerek?
Hayır! Önce Tanrılarla kucaklaşmamı anlatmalıyım:
Tanrılarla kucaklaşmak böyle bir şey olsa gerek... Adlandıramadığın bir gücün seni taa içinin derinliklerinden bir yerinden kavrayıp, bulutların üzerine çekmesi, yükseltmesi, yükseltmesi...O gücü hiç ama hiç sorgulamadan , ona teslim olmak... Kendini o güce bırakıp, bir tüy gibi hafif hissetmek... Bulutların üzerine ulaştığında onun bir güç değil sana bahşedilmiş bir armağan olduğunu kavramak... Hiçbir sözcük kullanmadan o güç ya da armağanla anlaşmak, onunla bütünleşmek... Sanki parçalanmış ruhunun tüm parçalarını bir araya getirmişsin duygusuna kapılmak... O mutluluğun bir parçası olmak, mutluluğu çoğaltmak...
Evet Tanrı’larla kucaklaşmak böyle bir şeydi...
O kucaklaşmadan sonra yeryüzünün daha güzel, daha iyi, daha adil, daha doğru, daha vicdanlı bir yer olacağına dair umudun büyümesini beraberinde getiriyordu.
Sahnedeki Tanrı’lar Venezuella’nın farklı kentlerinden kasaba ve köylerinden genellikle de “Barrio”lardan yani en yoksul mahallelerden gelmiş çocuklar, gençlerdi...
Yokluk ve yoksulluk kaderleri olacakken ; yokluk ve yoksulluğun neden olduğu tüm kötülükler tetikte beklerken ; hastalığa, açlığa, şiddette ve ölüme yazgılıyken ... Bütün bunlar elle tutulur gerçeklerken... Onlar, “makus talihi” yenmişlerdi. Önce kendileri değişmiş , sonra çevrelerini , toplumu değiştirmişlerdi. Bunu, müzik sayesinde gerçekleştirmişlerdi.
Bütün bunlar hayal kurmaktan korkmayan, hayallerinin peşinden koşan bir insanın , başarılı bir ekonomist, müzisyen, besteci, şef José Antonio Abreu ‘nun vizyonu sayesinde olmuştu. Dünyanın bir çok ülkesinde hızla yayılmakta olan “El Sistema” eğitim sistemi sayesinde olmuştu..
Sevgili Okurlar, günlerdir Venezuella Simon Bolivar Senfoni Orkestrası ve bilge kurucusu José Antonio Abreu ile kendi de “El Sistema”dan yetişen olağanüstü genç şef Gustavo Dudamel hakkında yazılar okuyorsunuz. Tekraralamayacağım.
Onları dinlerken kapıldığım düşüncelerimi paylaşmayı sürdüreceğim.
İlki konseri izledim:
Romantiklerin en romantiği Çaykovski’nin abartılı müziği... Shakespeare’in “”Hamlet”, “Romeo Juliet”, “Fırtına” ve Dante’nin “Riminili Francesca”sı üzerine kurulu duygu fırtınaları ... Müzik öylesine dışa vurumcu ki , yüzü aşkın genç müzisyen “içlerinden biri” olan Şef Gustavo Dudamel’in peşine takılmış, bütün o duygu fırtınalarının , coşku okyanuslarının adeta resmini çiziyor. Kendimizi o resmin içinde, o denizin , o dalgaların, o rüzgarların, o volkanların, çağlayanların içinde buluyoruz.
Dinlerken düşünmeden edemiyorum: Bir tank parasına, Anadolu’nun kaç kasabasına kaç piyano alınır, kaç yüz keman, kaç yüz kontrbas...
Her Bakan, her Müdür, makam arabasını satıp parasıyla müzik aleti alıp dağıtsa okullara ?
Bebeklerden katil yaratmak, katilleri çocuk ilan etmek yerine, çocuklardan “İnsan” yaratmaya kaç müzik okulu gerek?
“Potansiyel suçlu” olmakla müzisyen, usta müzisyen olmak arasındaki yol nereden geçer ? Akıldan mı yürekten mi? Yoksa vicdandan mı?
Atatürk’ün vizyonu... Muhsin Ertuğrul’un düşleri... Köy Enstitülerinin çabası... Onların yokluğu genzimi yakıyor... Gözyaşlarım bunlardan mı kaynaklanıyor, yoksa sahnedeki gençlerin yaşama sevincinden mi, müziğin gücünden mi bilmiyorum. Belki de konser öncesinde, Şef Abreu’nün insana yaraşır biçimde yaşayabilmek için, gelecek için kaçınılmaz saydığı o üç sözcükten kaynaklıyor:
O üç sözcük: “Barış- Adalet- Özgürlük”
Teşekkürler İKSV ve tüm katkıda bulunanlar!
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler