Menü

Suna Korat: Yalnız Bir Diva


25 Aralık 2004 - Zeynep Oral -

Önümdeki fotoğrafa bakıyorum: Yüzünün aydınlığını daha da belirgin kılan sapsarı saçlar , çok güzel oval bir yüz , mükemmel hatlar, boyun alçakgönüllü eğik…Ama gözler … Gözlerde müthiş bir hüzün , sonsuz bir yalnızlık…

O hüznün , o yalnızlığın peşine takılıp, bir solukta okudum Deniz Banoğlu’nun “”Bir Yalnız Diva: Suna Korat” adlı kitabını. (Doğan Yayınlarından yeni çıktı.)

Deniz Banoğlu , ciddi ve titiz bir araştırma yapmış. Sanatçının yakın akrabalarıyla, meslek yaşamına girip çıkanlarla, onunla çalışanlarla , yakın uzak dostları ve öğrencileriyle konuşmuş. Suna Korat üzerine yurt içinde ve yurt dışında tüm yazılanları incelemiş. Ama yine de insan, “Ah keşke, keşke Suna Korat’ı yitirmeden önce yazılsaydı, yazılabilseydi bu kitap” demekten kendini alamıyor. Belki o zaman, okuru saran kimi soruların yanıtını alabilir miydik? Bilmiyorum. Belki evet, belki hayır…

Deniz Banoğlu, Suna Korat’ı arayıp, yaşamöyküsünü yazmak istediğini ona söylediğinde yıl 2002’dir. Ve Suna Korat sevinçle karşılar bu öneriyi. Ama araya yaşam karmaşası ve yoğunluğu girer. Suna Korat’a yeniden telefon edip Ankara’ya gelip çalışmaya hazır olduğunu bildirdiğinde tarih 18 Mart 2003’dür. Bu konuşmanın ertesi günü, 19 Mart 2003, Suna Korat’ın ölüm tarihidir. Bu iki telefon konuşması arasında Suna Korat , kitap için hazırlık notları tutmuş. Bu notlar , kitabın önemli bir kaynağını oluşturuyor.

Mükemmel bir ses

Harika bir ses, mükemmel bir müzikalite, parlak bir teknik, üst düzey performans … Bu üç niteleme sahnelerde olduğu sürece Suna Korat’ı hiç terk etmedi. Sahnelerde olduğu sürece…Bu niteliklere sahip, çok ender yetişen bir ses, bir sanatçı neden daha çok sahnelerde olmadı ki, neden ona bu imkan tanınmadı ki?

Soruları erteleyip, gerilere dönüyorum.

Müzik dolu bir aile. Müzik tutkusu… Ankara Devlet Konservatuarında Ulvi Cemal Erkin’in piyano öğrencisi… Parmaklarda başlayan romatizma… Aşk , evlilik. Tiyatro sanatçısı eşi Asuman Korat’la İstanbul’a geliş. Muhsin Ertuğrul ve Saadet Atlan İkesus’un ondaki cevheri, sesi keşfetmeleri, desteklemeleri… Ankara Devlet Operası’nın açtığı sınava girip , kazanması…6 Ay sonra başrolde “Lucia “ rolünde sahnededir. Yıl 1954.

Eserin Türkiye’deki bu ilk oynanışında, bu çok zor rolde kazanılan başarı, Suna Korat’ın ilk büyük zaferidir. Bu rolü yurt içinde ve dışında çok kez oynayacaktır. 1971’de , onun yorumunu sevgili Faruk Güvenç şöyle değerlendirecektir: “ arşımızda şarkıcı gibi değil, bir büyücü , bir ilahe gibi dolaşıyor. (…) Akıl almaz bir gelişme… Akıl, zevk, kültür, ustalık ender sanatçıda böyle bir senteze ulaşır!

İki yıl sonra “La Traviata” da Violetta rolüyle kanatlanacak, derken “Sihirli Flüt” “ün Gece Kraliçesi’yle, zaferini perçinleyecekti.

1959- 70 Yılları arasında yurt dışında, Almanya, Fransa,Çekoslavakya, İngiltere, İtalya ,Finlandiya, Bulgaristan, Kanada, İspanya, Macaristan sayısız ülkelerde sahneye çıkacak, yukarıdaki eserlere “Rigoletto”nun Gilda rolünü ekleyecek ve hepsinde de müthiş olumlu, birbirinden güzel eleştiriler alacaktı.

Ancak yurtdışı konser ya da temsillerde hep bir yalnızlık korkusu ve endişesi taşıdığını görüyoruz. Hep Türkiye’ye dönmeye can atıyor. Türkiye’den gelen tekliflerde hemen her şeyi bırakıp dönüyor.

Yurtdışı konserlerinde dikkat çekici bir özellik ise, mutlak bir Türk bestecinin eserini de programa aldırmak için gösterdiği çaba…

Kırılganlık

Suna Korat 1971’de Ankara Devlet Operası’ndan ayrılıp İstanbul Devlet Operası’na girer

Ancak İstanbul’a gelmek de onu tatmin etmez. Bir opera sanatçısı ancak sahnede parlar, rollerle, alkışlarla varlığını sürdürür. ..1975-82 Yıllarını “Suskunluk dönemi” diye vurguluyor Deniz Banoğlu. 71’den sonra Ankara Devlet Operası’nın tam 12 yıl boyunca onu bir kez bile çağırmamış, bir rol teklif etmemiş olmasına dikkati çekiyor.

Peki neden?

Bu sorunun tek yanıtı yok. Hele hele kesin yanıtı hiç yok!

Ah evet, dünyanın her yerinde olduğu gibi sanatçılar yöneticiler arasında kıskançlıklar, acımasız bir rekabet, ilişkilere bağlı rol kapmalar, gerçek dışı “sesi kalmadı” dedikoduları…

Bir röportajda söylediği sözler insanın içini acıtıyor. “Bütün hayatımı, kariyerimi her şeyimi Türkiye’ye göre ayarladım . Öyle üzüntülü olduğum anlarda bana hiçbir şey verilmedi. Suna var mı? Yaşıyor mu? Yok mu?”

Evet çok üzüntüleri olmuştur: Eşinden boşanması, çok yakınlarını annesini, babasını kaybetmesi, sağlık sorunları…

Suna Korat’ın çok duyarlı, çok kırılgan, çok alçak gönüllü,ürkek bir kişiliği olduğunu görüyoruz.

Sanki acımasız bir dünyada yaşadığımızı unutuyor. Türkiye’de sanatçıya değer verilmediğini, yok sayıldığını unutuyor. Ya da hangi tür “sanatçı”ların korunduğunu, kollandığını , pohpohlandığını, alkışlandığını , ödüllendirildiğini bilmezden geliyor.

Roller, konserler ona sunulsun istiyor. Sunulmayınca , kırılıyor, üzülüyor, darılıyor, içine kapanıyor. (Burada ister istemez, bir başka Diva’yı düşünmeden edemiyorum. Leyla Gencer’in , ataklığı , meydan okuyuşları, öfkesini ya da üzüntüsünü dışa vurarak, kariyerini tırnaklarıyla kazımasını düşünüyorum. İki apayrı, çok farklı kişilik! O bile, “ülkem beni neden sonra hatırladı” derse, gerisini siz düşünün artık!)

Suna Korat’ın suskunluğa mahkum edildiği yıllarda , her nasılsa Türkiye ona Devlet Sanatçılığı’nı veriyor. Bundan sonra kimi teklifler gelmeye başlıyor.

Sesinin en parlak olduğu dönemde Suna Korat’ın sahnelerden uzak kalması bizim için büyük kayıp, Türkiye için büyük kayıp.

“Neden?” sorusuna Aydın Gün’ün getirdiği yanıt: “Belki de kendine göre rol bulamadı” oluyor.

Deniz Banoğlu , sanatçının repertuarında yalnızca 13 eser olduğunu kaydetmiş. Başta adı geçenlere sonradan eklenenler ve en sık oynadıkları şunlar: “Saraydan Kız Kaçırma”nın Constanze , “Romeo Jüliet”in Juliet , Sevil Berberi”nde Rosina ve , Anna Bolena rolleri…

1996’da Bilkent Üniversitesi Opera Şan Bölümü Başkanlığına getirilir. Eşsiz bir öğretmendir. Öğrencileriyle harikulade dostluklar kurar, adeta bir aile gibi yaşarlar. Titiz, disiplinli, sevecen ve çok çalışkandır. Günde sekiz saat çalışmaktadır. Kendi dışında alınan kararlara kırılmaktadır.

Ölümünden iki gün önce , oturduğu Bilkent lojmanında günlüğüne şöyle yazar: “Tanrım beni nasıl dışlıyorlar! Bugün yine ölesiye çalıştım, gece uyuyamadım”.

Hazin bir son.

Deniz Banoğlu’na, önemli bir görevi yerine getirdiği için teşekkür ederken, kitaptan alınacak pek çok ders olduğunu vurgulamak istiyorum. Belki ülke olarak, toplum olarak, eşsiz sanatçılarımıza değer vermeyi öğrenemeye başlayabiliriz artık. Onlar hayattayken.

25 ARALIK 2004 CUMHURİYET

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.