Sosyalizm Sonrası Romen Tiyatrosu kimliğini arıyor…
12 Kasım 2003 - Zeynep Oral -
Değişim aracı olarak Tiyatro
1989 Yılında Romanya, 45 yıllık rejimi, 25 yıllık Çavuşevsku yönetimini devirirken, ülkede hemen her şeyin anında değişeceğini umuyordu. Kendi deyişleriyle "Antikomünist devrimden" kısa bir süre sonra, tüm üretimin durduğu, enflasyonun tırmandığı, açlığın yokluğun yoksulluğun egemen olduğu , karaborsa ve yolsuzluğun sürdüğü, değerlerin altüst olduğu günlerde, ne yapıp yapıp dev bir tiyatro Festivali düzenlemişlerdi. Festivalin konuğuydum ve Bükreş sokaklarında olsun , Bükreş sahnelerinde olsun tek gördüğüm, milletin 45 yılı hesabını hemen şimdi, şuracıkta görmek istediğiydi.
Aradan 13 yıl geçtikten sonra geçen hafta yine Bükreş'teydim. Adını ünlü Romen oyun yazarı Ion Luca Caragiale'den alan Tiyatro Festivali ve Festivalle eşzamanlı düzenlenen Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği'nin Genel Kongresi vardı. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş tiyatro uzmanları, "Değişim aracı, değişim gücü olarak tiyatro"yu tartışırken, aynı zamanda Romanya'nın her yöresinden seçilmiş yılın en başarılı tiyatro yapımlarını izleme olanağı buluyorduk.
Dünden bugüne
Tüm sanat ve kültür insanları arasında tiyatrocuların ayrı bir yeri var Romanya'da. Totaliter yönetime direnişte öncü oldukları için ; sansürün en sıkı olduğu dönemlerde bile, satır aralarındaki söylemleriyle, sahnede yarattıkları imgelerle geniş kitlelerle sıkı ve sağlıklı ilişki ve iletişim kurdukları için; başta ünlü klasik Bulandra tiyatrosu olmak üzere tüm tiyatro yapılarını bir özgürlük ve tartışma alanına, eleştiri forumuna ya da baskıya karşı bir sığınağa dönüştürebildikleri için…
Tüm sanat ve kültür insanları arasında tiyatrocuların ayrı bir yeri var Romanya'da. Totaliter yönetime direnişte öncü oldukları için ; sansürün en sıkı olduğu dönemlerde bile, satır aralarındaki söylemleriyle, sahnede yarattıkları imgelerle geniş kitlelerle sıkı ve sağlıklı ilişki ve iletişim kurdukları için; başta ünlü klasik Bulandra tiyatrosu olmak üzere tüm tiyatro yapılarını bir özgürlük ve tartışma alanına, eleştiri forumuna ya da baskıya karşı bir sığınağa dönüştürebildikleri için…
Bugün ise Festivalin açılışında yeni Kültür Bakanı Rezvan Theodorescu, mükemmel konuştuğu dört ayrı dilde yerli ve yabancı konuklara seslenirken, o günlerin geride kaldığını, Romanya'nın, tiyatrosu aracılığıyla dış dünyaya açıldığını, 2007'de bütünleşmeyi umdukları Avrupa Birliği yolunda tiyatrodan da yararlandıklarını belirtiyordu. (Bizim Kültür Bakanımıza , Uluslar arası Tiyatro Eleştirmenleri Federasyonun Genel Kongresi'ne iki delegeye, İstanbul- Bükreş THY'den iki uçak bileti sağlamaktan aciz, uluslararası platformlarda söz sahibi olmamızı umursamayanlara duyurulur! )
Vahşi kapitalizme karşı
Bugün Romanya'daki tiyatro yaşamında sansür yoktu, otoriteye uyma, bir ideolojiyi izleme, baskıya boğun eğme gerekliliği yoktu ama buna karşın başka sorunlar vardı. Bu sorunların başında vahşi kapitalizmin hışmından tiyatroyu koruyabilme çabası geliyordu.
1989'da uzunca bir durgunluk döneminden sonra , tiyatro sayısında hızlı bir çoğalma, hatta patlama olmuştu.
Bugün 22 milyon nüfuslu ülkede, 90 kadar yerleşik tiyatro vardı. Merkezde yoğunlaşma söz konusu değildi; ülkenin kırk bölgesine dağılmışlardı ( azınlık tiyatroları dahil) ve çoğu yerel yönetimlerden destek alıyordu. Farklı mekanları tiyatro olarak kullanmak çok yaygınlaşmıştı. Ancak ne var ki ticari kaygı, (daha doğrusu varlıkları sürdürebilme çabası) gişeyi kollamak ön plana geçmişti.
Bir zamanlar toplumsal bilinç oluşturmaya yarayan tiyatro, şimdi yerini, ucuz ve kolay yapımlara, anlık eğlenceye, tüketime dayalı oyunlara bırakmıştı. Romen eleştirmenler , "popülarite" adına tiyatroya, nitelikten ödün verdiren, izleyicinin beğenisini her geçen gün daha aşağıya çeken bu tutuma direnmeye çalıştıklarını söylüyorlardı.
Romen Tiyatrosu şimdi kendi kimliğini arıyordu. Bu arayışta, kökleşmiş tiyatro geleneğinden güç alıyor, ancak kendi deyişleriyle "dünyaya çok büyük bir pencere açma gereğini" duyuyorlardı. "Büyük bir pencere, çünkü yaşadığımız trajediler de çok büyüktü"…
Oyunlar:
Festival için seçilmiş oyunlar arasında izleyebildiklerimin büyük bir bölümü, klasik eserlerin, ünlü yazarların, genç yönetmenler tarafından günümüze uyarlanmış çok serbest yorumlarıydı.
Örneğin, Çehov'un "Üç Kızkardeş"inde, oyunun orijinaliyle hiçbir bağlantı kuramazken, Witkiewicz'in , sekiz yaşındayken yazdığı, bir buçuk sayfalık bir öyküden, "Böcekler" adlı bir "oyun" çıkarma çabası da bana fazlasıyla zorlama gibi geldi. Oysa "Romeo ve Juliyet"de yalnız Shakespeare'i bulmakla kalmayıp, tiyatro tadı da alabildim.
Ülkenin kuzeyinde önemli bir Macar nüfusun yaşadığı Stantu Gheorge'den gelen "Tamasi Aron Tiyatrosu"nun sunduğu, Macarca oynanan "Romeo ve Juliyet'i Boscardi Laszlo sahneye koymuştu. Sahne uzamına doğa egemendi. Sonbahar yapraklarının kocaman bir yatağa dönüşmesi; balkon yerine sahnenin altı ya da üstünün kullanılması kimseyi şaşırtmadı. O doğada, en doğal biçimde gençlerin aşık olmaları (müzik yaparken, müzik yaparak birbirlerini gördüler, tanıdılar, sevdiler-harika bir sahneydi!) büyüklere direnişleri, öfkeleri, intikamları, çaresizlikleri, güçleri, enerjileri ve dinamizmleri anında izleyicilere geçiyordu.
İonesco'nun "Gökyüzündeki Yaya" oyunu ve "Öfke" adlı senaryosundan Mundi Tiyatrosu'nun (Bükreş) oluşturduğu "Yaya ve Öfke" oyunu , izleyicilerin çepeçevre oturtulduğu bir kilisenin ortasında ve her yerinde oynanıyordu. Baş kahraman Beranger'nin ,yeryüzündeki olumsuzlukları gördükçe çoğalan uçma tutkusu, müzik , dans, akrobasi, trapez eşliğinde sirk havasında müthiş bir farsa dönüşüyordu.
Festivalin ağır topu, Romen'lerin dünya çapındaki yönetmeni Silviu Purcarete'nin , Rabelais'nin öykülerinden oluşturduğu "Pantagruel'in Yeğeni" oyunuydu. Rabelais'nin sahneye elverişli dili, daha insancıl bir dünya özlemi, karanlığı bilimle yenme tutkusu, aydınlanma utkusu, Purcarete'nin elinde görsel, düşsel ve düşünsel bir şölene dönüşmüştü.
Sahnede her oluşum, her an , çağrışımlara açıktı. Birbirinden bağımsız epizotlar , kah çok görkemli ( sahnede gökyüzünden yağmur yerine kaşık yağması ; erkeklerin kova kova su ve unla sahnede hamur açıp, insandan ekmek yapmaları) kah çok yalın (trompet sesini her duyuşta ağlayan kadın, bir kuş sesinden müthiş teatral anlar yaratmak gibi) sahnelerle Pucarete bize insanlık hallerinin her türlüsünü sunuyordu.
Bütün bu oyunların, çoğu gençlerden oluşan çok büyük kalabalıklar tarafından izlenmesi tiyatro sanatı adına sonsuz umut vericiydi.
12 Kasım 2003- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler