Menü

Sergiler neyi söyler?


06 Ekim 2006 - Zeynep Oral -

İstanbul, Müzeler açısından son yıllarda hızlı hamleler yapan bir kent. Son birkaç yılda, birbiri ardından açılan, birbiriyle yarışan, dış dünyayla sıkı ilişkiler kuran, kültürler arası iletişimi, etkileşimi önemseyen, yalnız kimi değerleri sergilemekle kalmayıp, sergiler çerçevesinde enteraktif ilişkiler kuran, sınırları kaldıran kurumlar bunlar. İstanbul Modern, Sabancı Müzesi ve Pera Müzesi ... Her üçü de sadece tarihsel , toplumsal, sanatsal belleği oluşturmakla kalmıyor, geleceğe de yatırım yapıyor... Onların bu dinamizmi , yeni müze girişimlerini tetiklerken, "eski" müzelerin de daha çağdaş bir çizgiye oturtulma çabasını ve yeni kaynak arayışlarını harekete geçirdi.

Yeni hamlelere giren müzelerden biri İstanbul Arkeoloji Müzesi... O bizim ilk müzemiz olma özelliğini taşıyor. Osman Hamdi Bey'i saygı ve sevgiyle anarken, bu müzenin 1891'de hizmete açıldığını belirteyim...

Arkeoloji Müzesin'de

Bir süre önce, Arkeoloji Müzelerini Sevenler Derneği, yeni kaynak arayışında bir gece düzenledi. Sikkeler ve hazine bölümlerini yeniden ziyarete açabilmek, çiviyazılı tabletleri ve mühürleri sergileyebilmek, tesisatın yenilenmesini gerçekleştirmek için bu çabalar gerekli... Dünyanın her uygar ülkesinde belli başlı müzelerin, mutlak o müzeyi sevenler tarafından, dernek ya da vakıflarca desteklendiğini anımsatayım. Değil bizim Arkeoloji Müzesi gibi çok önemli ve çok değerli bir müze , en kıytırık müze için o kentin insanları seferber olur. Bizdeki vurdum duymazlık, değer bilmezlik ise içimi acıtıyor...

Gecede, piyanist Judith Uluğ , Hasan Uçansu'nun bestesi "Dört Antik Kentin öyküsü: Patara, Sirmena, Ksanthos, Faselis" adlı eserini, Arkeolog Nezih Başgelen'in diaları eşliğinde yorumladı. Adı geçen kentlerde, çağdaş beste ve yorumla , görsel, işitsel ama en çok yüreksel bir yolculuk yaşamış olduk.

Yine aynı gecede Ali Konyalı'nın "Taş ve Işık" adlı fotoğraf sergisinin açılışı vardı. Arkeoloji Müzesindeki kimi eserlerin çok yakın plan ve dev boyutlardaki fotoğraflarında ayrıntıların zenginliği, sadece ışıkla yıkanan taşı değil, taşın dokusunu, devinimini de bizlerin kılıyor, çevredeki eserleri daha da yüceltiyordu.

Bir eleştiri: Müzenin ana bölümde kimi eserlerin, yapay, renkli boyanmış alçıdan kopyaları , maketleri var! Gülünç! Tanrı aşkına, eğer yeniden canlandırma illaki gerekliyse ayrı bir bölümde sergilensin bunlar. Şimdiki haliyle , doğa güzellikleri yanında plastik çiçek gibi duruyorlar!

Pera Müzesi'nde

Pera Müzesi'ne bağlı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde "Osmanlı Mimarı D'Aronco" sergisi var. (Müzeden birkaç yapı ötede.) . Geçen hafta sizlere İstanbul –Udine kültürel işbirliğinden söz etmiştim. Burada birkaç satırda size Raimondo D'Aronco'yu ve İstanbul için gerçekleştirdiği , tasarladığı, düşlediği projelerin (1893-1909) tümünü anlatmam olanaksız.

Ancak bu sergiden aldığım en büyük dersi sizlerle paylaşabilirim: Evrensel değerleri yakalayabilmek için yerel olanı çok iyi tanımanın, bilmenin kaçınılmazlığını ortaya koyuyordu sergi. Yerelde derinlere indikçe, evrensel olunabileceğini de... İtalyan mimarın Avusturya Macar İmparatorluğunun mirasıyla Doğu'nun " ruhunu" , İslam Mimarisini nasıl bir arada yoğurup "Art Nouveau" şaheserleri tasarladığını görmek için, hatmettiği, sahip olduğu kitapları görmek heyecan verici (Bu kitaplar da sergileniyor.)

İki Eleştiri: D'Aranco sergisini görmek için uğraş vermeniz gerekiyor. Yapının önünde ne bir afiş ne bir ilan... Pera Müzesi'ni dolaşıp D'Aranco'yu bulamayabilirsiniz... Bulduktan sonra da sergilenen eserlere ilişkin açıklamaları okuyabilmek için yere bağdaş kurmanız ya da iki büklüm yerlere eğilmeniz gerekiyor! Dizlerimize , belkemiğimize yazık , şunlar göz hizasına yazılamaz mıydı!

İstanbul Modern'de

İstanbul Modern'deyim. İstanbul'u kucaklıyorum. Tarihi yarımadayı, Marmarayı, Boğaz'ı, Adalar'ı, Anadolu yakasını... Oraya adım attım mı, önce mutlak terasından İstanbul'u selamlamalıyım... Müzeyi ziyaret eden herkes de benimle aynı düşüncede. Müzenin içi dış, cıvıl cıvıl...

Bir kat aşağı iniyorum. Gökşin Sipahioğlu'nun "Doğru Yerde Doğru Zamanda" sergisini geziyorum. Artık yalnız İstanbul'u değil, dünyayı kucaklıyorum. Bilmez değilim, Gökşin Sipahioğlu ve yarattığı mucize Sipa Press üzerine çok yazıldı. Engin Özendes küratörlüğündeki sergi ve ona eşlik eden katalog muhteşem. Onun hakkında söylenmemiş hiçbir şey söyleyemem. Ancak duygularımı açıklayabilirim:

Evet 1956'dan, Sina Savaşı'ndan başlayarak dünyayı kucaklıyorum. Ama bir tarih ve bir yer adı sizi yanıltmasın. Onun tarihine kendi tarihimi, onun yörelerine, onun coğrafyasına, kendi coğrafyalarımı ekliyorum.

Tarih ve coğrafyada Gökşin'in fotoğrafları aracılığıyla çıktığım yolculukta kendimi şöyle mırıldanırken yakalıyorum. Önemli olan doğru zamanda doğru yerde olmak değil... Önemli olan ne zaman olursa olsun, hangi yerde bulunursan bulun, doğru insan olman...Doğru insan olmak... Yani neye bakacağını, neyi göreceğini bilmek ... Kalemini, özür dilerim, fotoğraf makineni neden, kimden yana kullanmak.... Doğru zamanda doğru yerde olup da hiçbir şey görmeyen hiçbir şey göstermeyen öyle çok insan tanıdım ki...

BU sergide bir kez daha kavrıyorum ki, Gökşin Sipahioğlu'nu Gökşin Siphaioğlu yapan iki önemli öğe, onun meslek aşkı, meslek tutkusu, meslek saygısı... (Mesleği gazetecilik) . Ve bir de insan sevgisi... İster objektifin bu yanında olsun ister öteki yanında...

Cumhuriyet- 6 Ekim 2006

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.