Menü

Savaşmak kolay, barışmak zor...


15 Eylül 2006 - Zeynep Oral -

Bir 12 Eylül’ü daha geride bıraktık. Yaşadığımız en kanlı, en ölümlü, en acılı, geleceğe en onarılmaz yaralar bırakan darbeden bu yana 26 yıl geçti. Asla silinmeyecek izlerini, etkilerini hep birlikte yaşamaya devam ediyoruz hala...

Bu yıl 12 Eylül’de, her zamankinden çok, “ Hesap sorulmalı”, “12 Eylül’ün sorumluları yargılanmalı” sesleri yükseldi. 78’liler girişimi öncülüğünde İstanbul’da olsun, Türkiye’nin her yerinde olsun, politik partiler, sendikalar, meslek odaları, çeşitli sivil toplum kuruluşları ve bireyler hep aynı taleple öne çıktılar “Darbeciler Yargılansın!”

Bu haklı talep karşısında birçok yerde polisin yine şiddet gösterip, yürüyüşleri gösterileri engellemek istemesi, bana yine aynı soruları sordurdu: Bu polis kimin polisi? Kimi kimden koruyor? Polisin görevi, o haklı talebi dile vurup yüksek sesle söyleyenleri koruması gerekmez miydi? Cumhuriyet’in birinci sayfasındaki o fotoğrafı görmüş olmalısınız. Hani genç bir kadın “Kardeşimi İstiyorum” yazılı pankartta, kardeşinin fotoğrafını taşıyordu. O günlerde, hadi koşullar gereği, polisimiz (askerimiz, cezaevleri müdürlerimiz, jandarmalarımızvb.) gençlerimizi , kardeşlerimizi koruyamadı. Ama bugün bildiğim kadarıyla darbe döneminde değiliz. Polisin herkesden önce o pankardı taşıyan genç kadını koruması gerekmez mi?

Darbeciler yargılanmalı, çünkü...

Evet darbeciler yargılanmalı. İdam edilen 50 gencin, öldürülen binlerce kardeş, ağbey, oğulun, sistematik ve yaygın işkencede ölen ya da sakatlanan binlerce eşin, ananın, babanın ; cezaevlerinde ya da emniyette ‘intahar eden’, ‘pencereden düşüp ölen’ nice gencin yeniden hayata dönmesi sağlamaz hiçbir yargılama. Yok edilen değer ölçülerini, yok edilen kurumları da yeniden var edemez. Ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel tahribatı da ortadan kaldırmaz... Hele hele heba edilen yılları asla geri getiremez...

Ama yine de darbeciler yargılanmalı. Yitirdiklerimizi değilse de, bize toplumsal barışı kazandırır, toplumsal barışı kazanma yolunda en önemli adımı attırır. Kendimizle, devletimizle yüzleşmemizi sağlar. Yalnız 80’lerin değil bugünün siyasetini de “aklamaya”, “temizlemeye”, siyaset-toplum ilişkisini yeniden kurmaya yol açar...

Darbeciler yargılanmalı: Ancak o zaman hukukla, adaletle, yargıyla barışabilir, bunların toplumun hizmetinde, toplumu ve bireyi korumakla görevli olduğuna inanabiliriz. Ancak bu inançla, hukuk ve adaletle yaşantılarımız arasındaki bağı kurabiliriz.

Darbeciler yargılanmalı.: Kin, öfke ve nefreti kusmak için değil, intikam almak için hiç değil, bugünü anlamak, bugün yaşadıklarımıza bir anlam verebilmek için... Susurluk’tan Şemdinli’ye; “faili meçhul” cinayetlerden bugün çocukların elinde patlayan bombalara mahkum edildiğimiz bu şiddet sarmalını kırabilmek için...

Darbeciler yargılanmalı,demokratikleşmenin tek kaçınılmaz yolu olduğu için... Yargılanmalı, bir daha olmasın, bir daha yaşanmasın diye... Siyasal, toplumsal, ekonomik, hukuksal, kültürel darbeler “kader”imiz olmasın; tepemizde her an tehdit oluşturmasın diye...

Biliyorum bu yüzleşme çok zor. Anayasa’nın “geçici” (26 yıl oldu hala geçici...) 15. maddesine sığınıp, bu hesaplaşmadan bu yüzleşmeden kaçmak çok kolay. Şili, Arjantin, hatta Güney Afrika Cumhuriyeti bile zoru başardı. Ya biz???

Yedisi çocuk on kişi...

Demokratik Türkiye Partisi’nin “tabanından gelen” talep ve güç doğrultusunda yaptığı çağrının , PKK’ya ‘ateş kes” çağrısının üzerinden 24 saat ya geçmiş, ya geçmemişti bomba patladığında... Ahmet Türk’ün “Gelecek kuşaklara acı ve gözyaşı değil, barış, sevgi , hoşgörü ve mutluluk yaşatılması” ; “halklarımızın birbirini boğazlamaması için, onurlu, özgür ve eşit bir Türk-Kürt birliğinin sağlanması için” sözlerinin mürekkebi henüz kurumamıştı... Türk ve Kürt aydınlarının “Artık Yeter” çığlığı daha yeni yeni yankılanıyordu ki...

Diyarbakır’da bir bomba... Yedisi çocuk on kişi öldü.

Bu buz gibi tümce, “yedisi çocuk on kişi öldü” hiç ama hiçbir şey anlatmıyor. Üç yaşındaki Şilan’ın, 9 yaşındaki Dilan’ın , 6 yaşındaki Zilan’ın, 13 yaşındaki Mizgin’in , Silvan’dan kalkıp, Diyarbakır’da Koşuyolu parkında sonlanan oyunlarına, koşmalarına, kahkahalarına, sevinçlerine, korkularına, umutlarına dair hiçbir şey anlatmıyor. Ne de daha sonra Metin’lerin, Emine’lerin ve daha birçok çocuğun bombanın patladığı yere karanfillerle birlikte bıraktıkları düşlerine , belleklerine, bilinç altına yerleştirdiklerine dair herhangi bir şey...

İnanın, yedi milyonu çocuk , on milyon kişi öldü , demekten hiç farkı yok, yedisi çocuk on kişi öldü demenin...

Bir yanda terör ve linç kültürüyle bütünleşen milliyetçi şiddet , öte yanda dünya politikasında, Ortadoğuyu yeniden şekillendirme çabası ve “yükselen değer” İslam devlet kimliği, bu kıskaçta bu bomba kime, neye yaradı ? Yine, “terör” deyip, lanetlemekle mi yetineceğiz? Yine en kolay yola mı başvuracağız?

Bu provokasyonun faillerini bulmak, ortaya çıkarmak, devletin tüm vatandaşlarına borcu. Biliyorum zor , ama başarmak zorunda... Aksi halde kudurup, birbirimizi boğazlamaya devam ederiz.Parçalanıncaya, yok oluncaya kadar... En kolay olanı da bu zaten...

Cumhuriyet- 15 Eylül 2006

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.