Menü

Polis devleti ve Linç kültürü arası


21 Şubat 2013 - Zeynep Oral -

O fotoğrafı gördünüz değil mi... Gözünden gözyaşı değil kan akıyordu...
Yüzü boyunca yanağından aşağıya, çenesinden aşağıya,  birkaç kola ayrılarak akan kan iki gündür benim yakamı bırakmıyor... 
Herhangi bir parti, bir dernek üyesi değildi. Sadece "duyarlı bir vatandaştı" .  Duyarlı bir vatandaş olarak da Silivri'de duruşmayı izlemeye gelmişti.  Tazzikli su... Biner gazı... Sonra  sonra sanki gözünde bomba patladı.Sanki beynine kurşun yedi. Gözünden gözyaşı değil  kan akmaya başladı.  
O akan kanın arasına sıkışmış bir cümle kaldı haberlerden  geriye : "Gözüm değil kalbim ağrıyor. Kendi doğurduğumuz çocuklar bizi yaralıyor."  Gözü görme kaybına uğrasa da, kalp ağrısının yanında önemi yok gibiydi sanki... O kalp ağrısı artık hiç silinmeyecekti...


O fotoğrafı gördünüz değil mi.... Öfkeli gençler , bedenler gerilmiş, yumruklar sıkılmış, yüreklerde öfke,  kin , nefret... Dillerinde kimi zaman küfür, kimi zaman "Ya Allah Bismillah Allahüekber" sözleri ... Ellerinde kimi zaman  taşlar sopalar, kimi zaman Türk bayrağı... Bayrak da,  din de  şiddetin ta kendisi olmuş çıkmış.
Bayrağı da, dini de   linç kültürüne alet etmenin   ne büyük günah, ne büyük saygısızlık, ne korkunç bir vahşet olduğunun farkında bile değiller. 
Gözü dönmüş güruh    BDP  Milletvekillerini linç etmeye kararlı.  Sinop öğretmenevinde 10 saat mahzur kalanların anlattıklarını dinledikçe   yeniden ve yeniden Sivas katliamını  düşünmemek olası değil...
Önce Sinop, ardından Samsun...Linç kültürü, nefret söylemi sarmış  tüm ülkeyi...

                              

            Ya polis devleti ya linç  kültürü... İkisinden birine mahkum muyuz? 
Eğer adalete  hiç ama hiç bir güven kalmadıysa...   Yasalar adamına göre eğilip bükülebiliyor, istenen kalıba sokulabiliyorsa... Hak ve hukuk ,  iktidar güçlerinin  ve iktidar  kavgalarının velayetindeyse... İktidarın başındaki bir gün  bir davanın savcısı , bir başka gün   bir başka davanın avukatı  olursa...  Polis güçleri  yargının yerini alabiliyorsa...  Karar süreç ve mekanizmalarında  hiç bir şeffaflık yoksa... Halktan gerçekler gizleniyorsa... İletişim araçları  korkudan ya da çıkar ilişkilerinden görevini yerine getirmiyorsa...
Korkarım ki  polis devletliğinden de linç kültüründen de sıyrılmamız imkansız.

                                                    

            Bu yazıyı yazarken,  en beğendiğim çocuk yayınlarından  "Günışığı  Kitaplığı"ndan "Çıtır Çıtır Felsefe" başlıklı o muhteşem diziden son çıkan kitabı düşündüm.  "Diktatörlük ve Demokrasi" adlı kitap,(Brigitte Labbé- P.F.Dupont- Beurier. Resimleyen J.Azam. Türkçesi  Azade Aslan) çocuklara yönelik.
Demokrasi ve diktatörlük kavramlarının bireyi nasıl etkilediğini, çocukların günlük yaşamlarından örneklerle anlatıyor.
Son satırlar şöyle:
"Demokrasilerin tek  bir güvencesi vardır: Her vatandaşın eleştirel aklı. Eleştirel akla sahip olmanın anlamı, kendine sorular sormak, dinlemek, bilgi almak,  gözlemlemek, ayırt edebilmek için düşünmektir.  Doğru ile yanlışı ayırt etmek, haklı ile haksızı ayırt etmek, mümkün olanla imkansızı ayırt etmek için düşünmek. Her gün , demokrasi hayatta kalsın diye DÜŞÜNMEK."
4+4+4 Sistemiyle mi düşünmeyi öğrenecek bizim çocuklarımız ...

Cumhuriyet- 21 Şubat 2013

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.