Menü

PİNA BAUCH'UN İSTANBUL'U...


18 Haziran 2010 - Zeynep Oral -

Kendi geçen yıl aramızdan ayrıldı, eseri dünyayı fetediyor:

PİNA BAUCH’UN İSTANBUL’U…

Pina Bauch, dünyanın önde gelen yaratıcılarından biriydi. "Dans Tiyatrosu" kavramını yaratan, yaygınlaştıran, bu alanda çığır açan bir sanatçıydı...  Onu geçen yıl sonsuzluğa uğurladık.

Pina Bauch’suz bir Pina Bauch eseri,”Nefes”, önümüzdeki günlerde(22-23-24 Haziran’da)  İstanbul 2010 çerçevesinde İstanbul’da seyirciyle buluşacak...  Üstelik herhangi bir eser değil bu. Pina Bauch’un  İstanbul’da yarattığı, İstanbul’dan ilham alarak, İstanbul  için yarattığı bir eser.

Türkiye'deki izleyiciler onu Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivallerinde tanıdı.                     1998'de Hong Kong için tasarladığı "Cam Temizleycisi" ve 2000 yılında Lizbon üzerine kurduğu "Masurca Fogo" eserleriyle İstanbul seyircisini büyüledi. Bu karşılaşmalardan sonra Dikmen Gürün’ün öncülüğünde yeni bir proje doğdu. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'yla Pina Bauch'un kurduğu ve yönettiği "Wuppertal Dans Tiyatrosu"nun ortak yapımı "İstanbul Projesi"...

Pina Bauch ve ekibinin İstanbul'da uzun süreli kalışlarından, incelemelerinden ve malzeme toplamalarından (daha doğrusu duyarlılıklar toplamalarından sonra) ortaya çıkan eser, ilk kez Almanya'da , sonra  2003’de  İstanbul’da, sonra dünyanın bir çok merkezinde gösterildi... Rastlantı bu ya, O hayata gözlerini yumduğu akşam, onun topluluğu  bu kez Viyana’da onun İstanbul için gerçekleştirdiği “Nefes” eserini sunmaktaydı...

Kırılganlığın sınırında

 

Pina Bauchın’suz bir Pina Bauch eserini beklerken   80’li yılların başından beri izlediğim bu müthiş sanatçıyı düşünüyorum. Onu ilk kez Avignon Festivali’nde izlemiş ve tanımıştım:

İncecik bir dal gibi endamı, hüzünlü mü hüzünlü yüzü, çocuk gibi şaşan ve kucaklayan bakışlarıyla , sözcükleri dikkatle seçmeye çalışıyordu . Daha doğrusu sözcükleri arıyordu. Arıyor, arıyor, bulduğu sözcüğü beğenmiyor , yeniden arıyor, anlatmaya çalışıyordu...

Avignon’da, Taormina’da, İstanbul’da  farklı sohbetlerde onun konuşmalarını izlerken hep şunu düşünüyordum: Aradığı, bulduğu ve söylediği her sözcüğe sonuna dek inanıyorsunuz. İçtenliğine, gerçekliğine inanıyorsunuz. Sahiciliğine inanıyorsunuz.

İnanmaktan öte en çok kırılganlığını görüyordum. Soruları yanıtlarken pır pır eden kelebek kanadından hassas yüreğini getirip koyuyordu ortaya...  Sonra bir kucaklaşmamızda, kulağıma şöyle fısıldıyordu: ... "Ben kelimelerin insanı değilim... Eğer, duygularımı, düşüncelerimi sözcüklere dökebilseydim , hiç koreografi yapar mıydım!" .

 

"Neden İstanbul?" soruma verdiği yanıt, "Nedeni yok... Aşk gibi bir şey bu" olacaktı.  Neden aşık oldum diye sorar mı hiç insan.

İstanbul’a ilişkin daha çok soru sormak için bu çalışmaya girişmişti. Amacı bir İstanbul belgeseli falan değil,  olsa olsa İstanbul düşlerini, düşüncelerini, imgelerini, İstanbul’a kendi ve ekibinin yaklaşımı olabilirdi...

Nefes”in büyüsü

 

Hiç kuşkum yok, 2003’de “Nefes”i gören bir çok insan bu ölümsüz sanatçının ölümsüz eserini  yeniden izlemeye koşacak, henüz görmemiş olanlar ise bu fırsatı sakın kaçırmasın...

“Nefes”i ilk izleyişimden sonra içime yerleşen birkaç  notu sizlerle paylaşıyorum... Tadımlık niyetine.

Pina Bausch, sanki her anı spontane , kendiliğindenmiş gibi görünen, ama her anı en ince ayrıntısına dek saptanmış, yerleştirilmiş çalışılmış eserini, gerçeklerden, düşlerden, çağrışımlardan ve renklerden dokumuştu...

Pina Bausch'un İstanbul'unda önce insanlar vardı. Hem "maço" , hem de kırılgan mı kırılgan erkekler... Erkek egemenliği vardı. Kadınlar vardı. Gizil bir gücü barındıran ve yayan kadınlar... Bunlar arasında her an değişen, göze görülmez, elle tutulmaz ama taa derinden hissedilen ilişkiler vardı.

Sahnede erkeklerin maçoluğunun sabun köpükleri altında eriyip gitmesini gördüm. Bir öpücük uğruna bitmeyen çabalarını gördüm. Döne döne, başları dönen, yürekleri dönen erkeklerin "Mecnun"a dönüşlerini gördüm...

Kadınların ön plana çıkan saçlarını gördüm. Erkeği baştan çıkarmak için kullandığımız saçlarımız, onlara hizmet etmek için süpürge ettiğimiz saçlarımız, "günaha" girmemek için bir telini bile gözlerden sakındığımız saçlarımız... Saçlardan ördüğümüz peçeler, duvarlar,...

Minicik bir su damlasının büyüyüp yayıldığını, Boğaz'a, Marmara Denizi'ne dönüşmesini gördüm. Tehlike çok yakınımızda olsa da, bizim sularda "çal oynasın vur patlasın"a dönüşen vurdumduymazlığı gördüm. Marmara'nın öfkesini ve doğurganlığını gördüm. Yürüye yürüye arşınladığımız kaldırım taşlarının sonsuzluğunu gördüm... Suların akışında ve duruluğunda Mevlana'nın fısıltısını duydum , derinlere kök salarken , gökyüzüne uzanabilmeyi gördüm..

Bakalım, “Nefes”i izlerken siz neler göreceksiniz...

Cumhuriyet- 18 Haziran 2010

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.