Paris'te, Dünya Şiir Gününde: UNESCO, Nazım Hikmet'i kucakladı...
05 Nisan 2002 - Zeynep Oral -
"Bu millet var oldukça, yeryüzünde Türkçem konuşuldukça, ben bu dilin ve bu halkın en namuslu şiirlerini yazmış insan olarak yaşayacağım."
Nazım Hikmet
UNESCO, Nazım Hikmet'in 100. Yıldönümü olan 2002 yılının, "Nazım Hikmet Yılı" olarak kutlanmasını onaylamış ve tüm üye ülkelere bu yolda tavsiyede bulunmuştu. Bu karar, Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı'nın girişimi , Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın başvurusuyla gerçekleşmişti.
Yine UNESCO, bundan birkaç yıl önce 21 Mart tarihinin "Dünya Şiir Günü" olarak kutlanması kararı almıştı...
Üç gün önce bu iki tarih ve bu iki karar birleşti, bütünlendi.
Günlerden 21 Mart 2002... UNESCO'nun Paris'deki merkezindeyiz. "Dünya Şiir Günü"nde, Türk şairi, dünya şairi , Nazım Hikmet'in 100 yılı kutlanıyor. Ev sahipliğini Türkiye Cumhuriyeti'nin Kültür Bakanlığıyla, UNESCO, birlikte üstlenmiş.
Önemli olan Anma toplantısının yapılacağı salona ilk girdiğimde, beni bir telaştır aldı. Fazlasıyla ciddi, fazlasıyla soğuk bir salon! Şiir dünyasının kucaklayıcı sıcak dünyasından çok, hassas dengelerin kollandığı "müzakereler" dünyasına yaraşır bir salon! Düşünsenize, yalnız sahnedeki koskoca uzun kürsünün değil, dinleyici koltuklarının önünde bile sıra sıra mikrofonlar uzanıyor. Evet duvarlarda Nazım afişleri, şiirleri var ama yine de salonun "soğukluğunu" kırmak zor olacak diye endişelenmeden edemiyorum...
350 Kişilik salon bir anda doluverdi. Türkler, Fransızlar, yabancı delegeler... Yer bulamayanlar, arka duvara, cam kenarına dizildi... Ve ... Nasıl, ne zaman oldu bilmiyorum ama benim daha ilk andan tüm endişelerim yok oldu. İzleyicilerin Nazım Hikmet'e duydukları sevgi, hayranlık, saygı ve böyle bir toplantıya duydukları hasret, özlem , şairin gücüyle , şiirin gücüyle buluştu. Yürekler, duygu ve düşünce yoğunluğuyla coşmaya başladı. Bu yoğunluk ve coşku, akşamın finalinde Genco Erkal'ın yorumuyla doruğa ulaşacak, bir kez daha izleyicilere unutulmaz anlar yaşatacaktı.
Ama durun böyle değil, en başından anlatmalıyım... Yalnız akşamın programına geçmeden önce, bu toplantının bir özelliğini ya da önemini de vurgulamalıyım:
Bugüne dek gerek Türkiye'de, gerek yurt dışında, (100. Yaşından önce de) Nazım Hikmet'e ilişkin sayısız toplantı yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti devleti uzun yıllar bunları ya yasakladı, ya görmezden geldi, katılanların, düzenleyenlerin başına dertler açtı. Sonra, sonra kimi toplantılara, etkinliklere devlet, katkıda bulundu, destekledi, katıldı, temsilci gönderdi... Oysa bu kez, Paris'teki bu toplantı, Nazım Hikmet'i anmak için bizzat devletin düzenlediği, inisiyatifi kendi aldığı ve gerçekleştirdiği bir toplantıydı.
Bana herhangi bir yorum yapmak düşmüyor. Şair kendisi söylemiş zaten: : "Heraklik, Heraklit!
Akar suya kabil mi vurmak kilit?"
Artık programa geçebilirim...
"Dünyanın sesi"
UNESCO nezdinde Türkiye Daimi Temsilcisi Büyükelçi Bozkurt Aran'ın hoş geldiniz konuşmasıyla başladı toplantı. Aran, Nazım Hikmet'in, dünya şairleri üzerindeki etkilerine değinecek, Neruda'nın "Nazım, dünyanın sesi olmuştur" sözünden hareketle, bu çatıda onu anmanın önemini vurgulayacaktı.
UNESCO Genel Direktörü Koichiro Matsuura, açış konuşmasında Nazım Hikmet'i, "Adaletin, hakkın ve aşkın şairi" diye tanımlayacak "şiirleriyle yalnız ülkesine değil, dünyaya da ışık saçtığı için" 2002'nin "Nazım Hikmet Yılı" olmasını oybirliğiyle benimsediklerini, bu kararın dünya barışı için de önemli olduğunu söyleyecekti.
Matsuura, "Kardeşlerim / bakmayın sarı saçlı olduğuma / ben Asyalıyım. / Bakmayın mavi gözlü olduğuma / ben Afrikalıyım" diyen şairin yüzüncü yılını kutlamak için UNESCO'daha uygun bir yer olmadığını belirterek konuşmasını bitirdi.
Toplantıya katılması beklenen Kültür Bakanı İstemihan Talay, Azarbeycan Kültür Bakanının Türkiye'ye gelmesi ve Nevruz kutlamaları nedeniyle Paris'e gelememişti. Onun adına bir konuşma yapan müsteşar Fikret Üçcan, Nazım Hikmet'i 100 yılında yurt dışında da anma olanağı verdiği için UNESCO'ya teşekkür etti ve şiirin dünyadaki hiç eksilmeyen gücünü dile getirdi. Yeryüzünde ırkçılık , ayırımcılık, haksızlık sürdükçe , şiirin gücü sürecekti.
Bu kısa konuşmaları Nazım Hikmet Vakfı'nın gerçekleştirdiği, Can Dündar'ın yönettiği Nazım Hikmet belgeseli (yarım saatlik kısa versiyonu) izledi.
Nazım, Victor Hugo, Neruda
Sıra paneldeydi. (Adı paneldi ama niteliği panel değil, konuşmalardı.) "Türkiye Göçmenleri ve Kültürleri, Elele Derneği"nin müdürü Gaye Petek'in yönettiği yuvarlak masa toplantısında (aslında masa da yuvarlak değil, uzundu) dört konuşmacıydık.
Önce İlber Ortaylı, Nazım Hikmet'in köklerini anlatıp, ailesinden yaşamına, Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine kısa bir gezintiye çıkardı bizleri.
Ben, altı anahtar sözcük çerçevesinde Nazım Hikmet'i anlatmaya çalıştım. Altı sözcük, çünkü ilk turda altışar dakika konuşmamız istenmişti. Seçtiğim sözcükler, "Bütünlük", "Yaratıcılık", "Direniş", "Aşk", "Cesaret" ve "Empati"ydi.
Fransız Eğitim Bakanlığına bağlı öğretim üyesi Alain Seksig, kendi öğretmenlik deneylerinden yola çıkarak, heyecan verici şeyler anlattı: Fransız orta okullarında Nazım Hikmet'in şiirlerinin okutulduğunu, çocukların, gençlerin Nazım'ın şiirine nasıl ve niçin heyecanla sarıldıklarını... Nazım Hikmet şiirinin yalınlığı, söyleme biçiminin açıklığı, netliği ama yine de bu şiirin büyüklüğü, her alanı kapsaması, yeryüzünü kucaklaması, gençlerin Nazım'ın şiirini sevmelerine neden oluyordu. Şairin fildişi kulesinden değil, yaşamın içinden yazmasına, baskıya ve ayırımcılığa karşı çıkmasına bağladı bu ilgiyi, bu sevgiyi. Nitekim kısa bir süre önce Paris'te dev bir salonda gerçekleştirilen dünya şiiri günlerine, bir okul, yalnız Nazım Hikmet'in şiirleriyle katılmıştı. Onu dinledikçe nasıl da kıskanıyordum Fransız okullarını...
Bu yıl Fransa'da Victor Hugo'nun 200. Doğum yılı kutlanıyordu. Ve birçok okul Nazım Hikmet'i ve Victor Hugo'yu birlikte anacaktı. Elele Derneği de iki "sürgün"ü birlikte anmanın hazırlıkları içindeydi. (Fransa'da Nazım Hikmet'e ilişkin öyle çok şey yapılıyor, kitaplar basılıyor ki, vb, bunlar ayrı bir yazı konusu olur.)
UNESCO'da görevli, Şili asıllı René Zapata ise bundan 50 yıl önce 1952'de önce Berlin'de , sonra Moskova'da karşılaşan ve dost olan iki "sürgün"ü yanyana getirdi: Nazım ve Neruda. İkisi de, su, toprak, ateş ve hava gibi en temel öğelerin evrensel ve durdurulmaz gücüyle yenmişlerdi en büyük güçlükleri. Ve şiirleri, gerek kendi ülkelerini, gerek dünyayı her geçen gün daha güçlü etkiliyordu. Bu etkiyi durdurmak olanaksızdı.
Neruda 1971'de Şili Büyükelçisi olarak UNESCO'ya gelmişti. Ve işte şimdi de Nazım UNESCO'ya geliyordu. Ve René Zapata enfes bir İspanyolca'yla Neruda'nın "Nazım Geliyor" şiirini okudu.
Fransızca, İngilizce , İspanyolca... Dillerin kardeşliğiyle sarmalanmıştık. Nazım, Neruda, Victor Hugo... Dünya şairleriyle yüreğimiz çoktan ısınmıştı... Tam bütün bunlarla kanatlanmıştık ki, beklenen an geldi.
Genco Erkal
Beklenen an geldi. Soluklar tutuldu. Genco Erkal sahnede göründü... Ama durun sahne yok ki! Yani sahne var ama, upuzun kocaman bir kürsüyle kaplı sahne. Onun da hemen arkasında bir masa! Tüm sahne alanının her santimetre karesini kullanarak bu şiirleri yorumlamaya alışık olan Genco Erkal acaba nereye sıkışacak diye geçirirken içimden, bir de baktım, hop, masanın üzerine sıçrayıverdi. O minicik masanın üzerinde Nazım'ın şiirlerini Fransızca söylemeye başladı. Ne tiyatro ışığı var, ne spot! Eyvah masanın o sınırlı alanında tutuklu kaldı, kelepçeli kaldı diye endişeleniyorum ki, okyanuslarda dalgalanan ceviz kabuğu misali, masayla birlikte dünyaya yelken açtı. İlk birkaç dakika sonra, masa, masa olmaktan çıktı. Yani artık masayı görmüyor, kürsüyü, mikrofonları görmüyor, Nazım'ın, daha güzel bir gelecek tutkusuyla direnişine, kavgasına katılıyorduk.
Direniş, kavga, barış, aşk, hasret, özlem şiirlerini Fransızca yorumluyordu Genco Erkal. Ama araya Türkçelerini de katarak... Böyle bir gecede şairin ana dilini (UNESCO'nun resmi dillerinden biri olmasa da) duymadan edemezdik.
Tıpkı Londra'daki törende tanıklık ettiğim gibi , burada da tek kelime Türkçe bilmeyen Fransızlar gelip, Türkçe söylediği her sözcüğü anladıklarını belirteceklerdi.
Genco Erkal'ın , şairin dünyasında ama aynı zamanda dünyanın halleri arasında bizi çıkardığı yolculuk sona erdiğinde, o küçük salon öyle bir ayağa kalkıp alkış tufanıyla çalkalandı ki, değil UNESCO binası , koca Paris sarsıldı sandım. Salonu dolduranların kimi gözyaşlarını tutamıyorlardı.
İşte Paris'te UNESCO'da, Dünya Şiir Günü'nde , dünya şairi, yurttaşım, Nazım Hikmet'i anma toplantısı böyle geçti.
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler