Osmanlı Sarayında Mozart …
06 Temmuz 2006 - Zeynep Oral -
Karşımızda Topkapı Sarayı… Önce Bab-ı Hümayun yani Sultan Kapısı . Bir zamanlar sarayın hizmet alanı, bu akşam operaya yetişmeye çalışanların telaşlı adımları, park etmeye çalışan otomobillerle dolu… İşte Babüsselam yani Barış Kapısı. O dev kemerin altından geçip dev bir avludasınız. Burası, Divan’ın toplandığı yer, bir tür idare merkezi… Ama bu akşam ne divan toplantısı var ne de dört bin kişiye yemek pişen mutfaklar faaliyette. Bu akşam avlunun yarısı set set iskemlelerle dolmuş. Yerine yerleşen tam karşısındaki “mücevher”den gözlerini alamıyor. Çünkü şimdi tam karşımızda Babüssaade yani Saadet Kapısı… Simetrik yapısı, sülün gibi uzanan sütunları, kubbesi, süslemeleri ve oymalarıyla, ha kanatlandı ha kanatlanacak gibi önümüzde duran bu kapı, bir Osmanlı mimari şaheseri.
Mozart’tan karısına armağan
Mozart’ın “Saraydan Kız Kaçırma” operasını işte bu enfes “dekor”da Topkapı Sarayının Saadet Kapısı’nın önünde izliyoruz.
Bu yıl bütün dünya Mozart’la yatıyor, Mozart’la kalkıyor. Malum 250. Doğum yıldönümü. Uluslar arası İstanbul Müzik Festivali’nin programı da elbet Mozart ağırlıklı.
Mozart, “Saraydan Kız Kaçırma”yı karısı Constanze’ye düğün armağanı olarak bestelemiş ve ona ithaf etmişti. Bu düğün hediyesi, bir bakıma bir taşla iki kuş vurmak gibi… Çünkü, Mozart, evlenmeden önce Avusturya İmparatoru İkinci Joseph’ten bir “Singspiel” siparişi almıştı. “Şarkılı Oyun” anlamına gelen “Singspiel” (Alman şarkılı hafif oyunlar) ısmarlayarak, İmparator, sahnelerdeki İtalyan opera egemenliğine bir son vermeyi hedefliyordu.
Mozart’ın, Osmanlı konulu bir oyun seçip bestelemesi doğal. O sıralar yalnız Alman değil, İtalyan Operalarında da böyle bir akım, böyle bir “moda” var… Ne de olsa Osmanlı İmparatorluğu artık Avrupa’da bir tehdit oluşturmuyordu…
Eser ilk kez Viyana’da 1782’de Mozart’ın yönetiminde sahnelendi. Bestecisine pek bir gelir sağlamasa da , ilk andan çok sevildi popüler oldu ve yıllar boyu eleştirmenler tarafından Mozart’ın en başarılı operalarından biri sayıldı.
“Saraydan Kız Kaçırma”nın Türkiye’deki ilk sahnelenişi 1959’da Ankara Devlet Operası’nda…Uluslar arası İstanbul Festivali’nin ilk yıllarında yine Topkapı Sarayı’nda sahnelenmiş ve büyük ilgi görmüştü.
Mükemmel Sesler
Bu kez Siemens’in sponsorluğunda gerçekleşen “Saraydan Kız Kaçırma”yı, Yekta Kara sahneye koydu.
Hemen belirteyim. Bu eserin Yekta Kara’nın mesleğinde özel bir yeri var. İlk yönetmenliğini 1980’de bu eserle yapmıştı. (Ankara Devlet Operası’nda) . İki yıl önce Almanya’da yine sahneledi olumlu eleştiriler aldı ve iki yıldır temsiller hala sürüyor.
İşte Şef Peter Tilling yönetiminde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası yerini aldı. Seyirciye göre kapının sol kanadında. İçimden eyvah diyorum, solistler, koro nasıl görecek şefi ? İmkansız göremezler! Sonra sahnenin çeşitli yerlerine yerleştirilmiş monitörleri fark ediyorum! (Ah teknik gelişme, sen nelere kadirsin!)
Uvertürle birlikte koca davul ve ziller arasında “Doğu” – “Türk” rüzgarı esmeye başladı…(Birazdan Markus Baisch yönetiminde İstanbul Festival Korosu, ayrıca Mehter Takımı da, Saray cüceleri de karışacak işin içine ) … Aydınlanan sahne… İnceden inceye dokunmuş bir müzik… Ve Belmonte ve uşağı Pedrillo’nun ,Selim Paşa’nın sarayında tutsak olan sevgilileri Kostanze ve Blondchend’i arayıp bulma ve kurtarma serüveni başlar…
Yekta Kara, doğal dekorun ihtişamına dokunmamak için olsa gerek, mümkün olabilecek en minimalist yorumu seçmiş. Devinimi en aza indirgemek, doğal dekora neredeyse hiç müdahale etmemek bu seçimin sonucu. Ali Cem Köroğlu dekor tasarımında, öne çıkma yapan platformda yastıklarla yetinmiş… Oyun boyunca atmosferi sağlayan, farklı duyarlılıklara seslenen ve Saadet Kapısının özelliklerini vurgulayan Wolfgang Von Zoubek ‘in zengin ışık tasarımı.
Topkapı Sarayında, “Saraydan Kız Kaçırma”yı izlemeye gelenler belki daha şatafatlı bir görkem beklentisi içindeydiler. Ancak kanımca, bu yalınlık içinde seslerin mükemmelliği daha bir ortaya çıkıyordu. Benim izlediğim gecede iki soprano, İtalyan Eva Mei (Konstanze) ve Alman Ina Schlingensiepen (Blonched) ile iki tenor Alman Daniel Kirch (Belmonte) ve Türk Cenk Bıyık (Pedrillo) mükemmeldiler. Selim Paşa rolünde Achim Thorwald , egemen olmaktan, bağışlayıcı olmaya uzanan çizgiyi, edasıyla, tavrıyla da dolduruyordu.
Hem sesleri hem oyunculuklarıyla sonsuz “rahat” ve kıvrak olan bu solistler, usta sanatçılardı. Şanda Zıpçı’nın Osmanlı görkemini yansıtan çok başarılı kostümleri de ustalıkla taşıyorlardı. Onlardan Mozart’ı dinlemek ve “görmek” güvenli sularda keyifli bir yolculuktu.
Asırlık çınarların altında bu çok özel gecede bu çok özel prodüksiyonu izlerken, bana da emeği geçen , katkıda bulunan herkese teşekkür etmek düşüyordu.
23 Haziran 2006- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler