Öfke Denetlenmeyince...
20 Kasım 2005 - Zeynep Oral -
Öfkeliyim, öfkelisin, öfkeli; öfkeliyiz, öfkelisiniz, öfkeliler...
Ülkenin içinde bulunduğu duruma, bizi yönetenlerin basiretsizliğine, hızla karanlığa kayışımıza, kendi yaşam biçimini herkese dayatmalarına, şiddetin giderek tırmanmasına, adaletin işlememesine ya da çoook çok yavaş işlemesine, bize söylenen yalanlara, aldatılmışlığa öfkeleniyoruz.
Toplumsal öfkeyi bireysel öfkeye dönüştürmek an meselesi. Hayır, hayır yanlış söyledim. Bireysel öfkeyi, toplumsal öfkeye dönüştürmek an meselesi...
Yine yanlış söyledim: Toplumsal öfkeyle bireysel öfke artık iç içe... Biri ötekinden ayrılmıyor.
Kaçan gole, yakalayamadığımız fırsata, bizim gibi düşünmeyene, bizim gibi davranmayana, tüm ''ötekilere'' , söylediklerimize kulak asmayana, sözümüzden çıkana, beklentilerimize karşılık vermeyene, sıkışan trafiğe, yağan yağmura, üzerimize sıçrayan çamura, e sen yele, havadaki buluta, bir söze, bir bakışa öfkelenir olduk.
Öfkelenip kızıyoruz, küfrediyoruz, çelme takıyoruz, yargıya boş verip hapse atıyoruz, linç etmeye kalkıyoruz, linç ediyoruz, kırıyoruz, yıkıyoruz, vuruyoruz ya da Mamak Oteli'ndeki gibi yakıyoruz.
Öfkelendikçe ''düşmanlarımız' ' çoğalıyor. Öfkelendikçe , herkesi kendimize ''düşman'' görüyoruz. ''Düşman'' çoğaldıkça, ''ötekileri' ' dışlıyoruz, içimize kapanıyoruz, çevremize aşılmaz duvarlar örüyoruz, yalnız, yapayalnız kalıyoruz. Öfkelenip yalnızlaştıkça, ''haksızlığa uğramışlık'' duygusu bileniyor. Ve ''haksızlığı'' gidermek için, başka bir yol bilmediğimizden olsa gerek, başlıyoruz saldırmaya. Haklılığımızı ispatlamak için saldırıyı çoğaltıp çevremizi aşağıladıkça, aslında aşağılananın kendimiz olduğunu fark bile edemiyoruz.
Keskin sirke hikâyesi... Fasit daire...
Bir süre önce Prag Havaalanı'nda yaşadıklarımıza ilişkin yazdığım yazıdan sonra öyle bir mektup bombardımanına tutuldum ki. Okurlar, başlarından geçen benzer olayları dillendirip öfkelerini paylaşıyorlardı. O zaman yazacaktım, bu yukarıda söylediklerimi... Aradan bir süre geçti, milli maç felaketini yaşadık. Yukarıdaki satırları değiştirmedi.
Öfkenin dillendirilmesi, iyi bir şey. En azından bastırılmasındansa, dışavurulması daha iyi. Ama kızgınlığı ifade etmenin çeşitli yolları var. Hepiniz bu yolları biliyorsunuz, sıralamama gerek yok. Önemli olan kızgınlığı, öfkeyi ortaya koyarken ya da ifade ederken ortaya bir düşünce koyabilmek. Bir düşünce geliştirebilmek!
İsviçreli futbolcuları yumurta, domates topuna tutanlar, futbol sahasını savaş alanı gibi görenler, izleyiciyi kışkırtıp sahadaki oyuncuya çelme atan yetkililer, hangi düşünceyi ortaya koydular dersiniz? Bir düşünceleri var mıydı? Hiç düşünmüşler miydi?
Öfke denetlenemezse, önce o öfkeyi duyana zarar verir.
Öfkeyi denetlemenin sayısız yolu var. Psikologlar ve psikiyatrlar, sinirleri yatıştıracak ilaçlardan nefes alma tekniklerine, sorun çözme yöntemlerinden insan ilişkilerine uzanan yolda birçok öneride bulunabilir. Ama tüm milleti uzman doktorlara yollayamayacağımıza göre kafalara şunu yerleştirmek gerek:
Düşünmeyi, düşünce üretmeyi öğrenmeli ve öğretmeliyiz. Daha geç olmadan.
20 Kasım 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler