Nobel İzlenimleri (2)
10 Aralık 2006 - Zeynep Oral -
Mutluluktan Mutluluğa Nobel Etkinlikleri
Stockholm’de Nobel etkinlikleri dolu dizgin sürüyor... Hava normallerin üzerinde bir sıcaklıkta seyrediyor... Burada millet, üşümüyoruz ne iyi diye sevineceğine, küresel ısınma için üzülüp duruyor... Saat 14:30’da hava kararmaya başlıyor, 15:00’de ise “akşam” oluyor ve şehir ışıkları yanıp, ortalığı ışıl ışıl bir şölene dönüştürüyor... (Bu kadar “atmosfer” yeter...)
7 Aralık’ta Orhan Pamuk’un Nobel kabul konuşmasını, 8 Aralıkta Fizik, Kimya, Ekonomi, Tıp dallarında Nobel’i alanların kabul konuşmaları izledi. Aynı gün Orhan Pamuk’un önce Nobel Müzesi’nde, ardından bir başka kitapevinde kitap imzalama seansları vardı.
Nobel Müzesi eski kentin göbeğinde büyük bir alanda. Müzenin içi ana baba günü. Ellerinde kitaplar millet kuyrukta...İmzanın yer aldığı kitaplığa sırayla üçer beşer kişi giriliyor. Kimse kimseyi itmiyor, kimse kimsenin sırasını kapmıyor.Kuyruğun en önündeki yaşlı çifte yanaşıp, ne kadar beklediklerini soruyorum. Hanım, yarım saattir diyor, bey yok, yok 40 dakikayı geçti diyor. Yüzümdeki ifadeyi beğenmemiş olacak, ki, hemen ekliyor: “Onlar bizim uzun akşamlarımızı, gecelerimizi aydınlatıyor, yarım saat beklemenin lafı mı olur “ ...
Müzenin içini dolaşan uzun kuyruktakilerin kimileri özellikle yaşlılar, müzeden sağladıkları iskemleyle ilerliyor kuyrukta... Müzenin önündeki koca meydanda, 16. yüzyıldan bu yana süregelen bir gelenek: “Noel Pazarı”. İsveç el sanatları satılıyor standların çoğunda... Bir de “Glögg” denilen sıcak şarap, üzüm, badem , tarçın ve zencefilli bir içecek. Müzeden çıkanlar soluğu “Glögg”ün başında alıyor...
Nobel Konseri
Aynı günün akşamı, Nobel Ödülü Konseri vardı. Bin kişilik Stockholm Konser Salonu’nda, Stockholm Kraliyet Filarmoni Orkestrasını, son yılların parlayan yıldızı, Hollandalı Şef Lawrence Renes yönetti. Konserin solisti ise muhteşem soprano Renée Fleming’di.
Nobel ödülünü kazananlar en ön sırada yerlerini aldı. (Orhan Pamuk , kızı Rüya’yla) . Salon ağzına dek doldu. Herkes yerine oturmuştu ki, ansızın yeniden ayağa fırladık. Kraliyet ailesi salona girmişti.. (Kral değil, Kraliçe gelmişti. Ayni seremoni, tüm izleyicilere şampanya ikram edilen aradan sonra ve konserin bitiminde de tekrarlanacaktı.) Ve konser başladı...
Sonraki iki saat benim için harika bir düşten farksızdı. Richard Strauss’la başlayıp, Verdi’nin Puccini’nin en bilinen aryalarıyla, “opera repertuarının mücevherleriyle” sürdü program. Şef Lawrence Renes müthiş dinamik, orkestra dört dörtlükdü. Renée Fleming ise sesinin tüm niteliğini ve rengini ortaya koyan, tekniğiyle , söyleme tavrını bütünleyen muhteşem bir yorumla tüm salonu avucunun içine aldı.
Programın son bölümü Bernstein, Gershwin, Cole Porter , Frederick Loewe eserlerinden derlenmişti. Bunlarda Flemming’in yorumu, bilenenin tekrarına dönüşürken, onun ses hacminden, ses yelpazesinden yararlanamayıp, sıradanlaşıyordu. Ah, keşke bu şarkılar yerine daha çok arya dinleyebilseydik demekten kendimi alamadım. Dinleyiciler de benim gibi düşünmüş olmalı ki, dört “bis” parçası almadan onu sahneden indirmediler. Her parça ayakta alkışlandı. Nobel Ödülünü kazananları kutlayıp, bu konserde onlar için söylemekten duyduğu kıvancı açıkladıktan sonra, biz ölümlüler arasından ve sahneden ayrıldı.
Nobel etkinlikleri dolu dizgin devam ediyor...
Bir Parantez
Ama şimdi sözü Orhan Pamuk’a bırakıyorum. Konuşmasının bir yerinde “konuyu değiştirmek için”, müzik işlevi görecek bir bölüm sıkıştırmıştı.Geniş bir parantez açar gibi! O bölümü sizlere paylaşıyorum. Ve lütfen ironiyi gözden kaçırmayıp ,bu Pazar günü, keyfinize bakın:
“Bildiğiniz gibi, biz yazarlara en çok sorulan, en çok sevilen soru şudur: neden yazıyorsunuz? İçimden geldiği için yazıyorum! Başkaları gibi normal bir iş yapamadığım için yazıyorum. Benim yazdığım gibi kitaplar yazılsın da okuyayım diye yazıyorum. Hepinize, herkese çok çok kızdığım için yazıyorum. Bir odada bütün gün oturup yazmak çok hoşuma gittiği için yazıyorum. Onu ancak değiştirerek gerçekliğe katlanabildiğim için yazıyorum. Ben, ötekiler, hepimiz, bizler İstanbul’da, Türkiye’de nasıl bir hayat yaşadık, yaşıyoruz, bütün dünya bilsin diye yazıyorum. Kağıdın, kalemin, mürekkebin kokusunu sevdiğim için yazıyorum. Edebiyata, roman sanatına her şeyden çok inandığım için yazıyorum. Bir alışkanlık ve tutku olduğu için yazıyorum. Unutulmaktan korktuğum için yazıyorum. Getirdiği ün ve ilgiden hoşlandığım için yazıyorum. Yalnız kalmak için yazıyorum. Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım diye yazıyorum. Okunmaktan hoşlandığım için yazıyorum. Bir kere başladığım şu romanı, bu yazıyı, şu sayfayı artık bitireyim diye yazıyorum. Herkes benden bunu bekliyor diye yazıyorum. Kütüphanelerin ölümsüzlüğüne ve kitaplarımın raflarda duruşuna çocukça inandığım için yazıyorum. Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. Hayatın bütün bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum. Hikâye anlatmak için değil, hikâye kurmak için yazıyorum. Hep gidilecek bir yer varmış ve oraya —tıpkı bir rüyadaki gibi— bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazıyorum. Bir türlü mutlu olamadığım için yazıyorum. Mutlu olmak için yazıyorum.”
Stockholm’den tüm okurlara mutluluklar diliyorum.
Cumhuriyet - 10 Aralık 2006
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler