Muhteşem bir çılgın ... yada Mehmet Ergen'in durdurulamaz yükselişi ...
01 Şubat 2002 - Zeynep Oral -
Ah nerdeee o eski "çılgınlar" ...Bir hayal, bir ideal uğruna gözünü kırpmadan kendini ateşe atanlar, yanıp tutuşsa da küllerinden yeniden doğanlar... Tutkusunun peşinden koşarken kendini uçurumun kıyısında bulanlar ve uçurumun kıyısında düşmek yerine, kanatlanacağına inananlar... Sahi, nerede o "çılgınlar"...
Her şeyin karşılığı parayla pulla hesaplandığı, sanat etkinliklerinin reklam ve kelle sayısına endekslendiği , insan ilişkilerinin, çıkar ilişkilerine dönüştürüldüğü günümüzde, nerede o eski çılgınlar diye sayıklarken ben, tam da yukarıda tarifini verdiğim muhteşem bir "çılgın", Londra'da çıktı karşıma.
Adı Mehmet Ergen. Onu, Londra'daki Nazım Hikmet Gecesi'nin mimarı, metin yazarı, yönetmeni olarak tanıdım. Queen Elizabeth Hall'da uzun prova saatleri ve gece boyunca , her sorunu çözen, işleri halleden , darmadağınık görünümün altında disiplinli, ama yine de şakacılığı, afacanlığı elden hiç bırakmayan, kendini değil, yaptığı işi önemseyen biri olarak tanıdım. Bir de tiyatro ve opera yönettiğini duymuştum, hepsi bu... Ancak ne yapıp edip, beni kentin doğu ucunda kurduğu, Genel Sanat Yönetmenliğini yaptığı Arcola Tiyatrosu'na götürdüğünde, onun çılgınlığını , idealizmini, cesaretini ve gizlemeye çalıştığı başarılarını keşfedecektim.
Alcona Tiyatrosu'na girdim ve belli başlı tüm İngiliz gazetelerinin övgü dolu kupürleriyle karşılaştım. Yıllar içinde iki kez İngiltere'nin en prestijli ödüllerinden Peter Brook Ödülünü kazandığını öğrendim. Ancak Alcona Tiyatrosu'na ve bugüne gelmeden önce, biraz gerilere gidelim:
Aşçılıktan tiyatroya
Mehmet Ergen, bundan 13 yıl önce Londra'ya gelmeden önce İstanbul'da Bilsak'ta tiyatro eğitimi almıştı. Hocaları, Beklan Algan, Erol Keskin, Macit Koper, Cevat Çapan ve Yekta Kara ... Ancak Türkiye'de oyun dağarcığının kısıtlılığı, dar kalıplılığı, tiyatro açlığını, tiyatro susuzluğunu hiç mi hiç doyurmadığı gibi, açlığı , susuzluğu kamçılıyordu.
Umudundan ve hayallerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir genç olarak Londra'ya gitti. 22 Yaşındaydı. Ne iş olursa ama en çok aşçılık yaparak geçimini sağlamaya çalıştı. Bu arada, her gece 150 tiyatronun perde açtığı bu kentte , tüm oyunları, prodüksiyonları gördü, bin kadar oyun okudu.
"İngilizcen nereden vardı?" soruma "Yoktu, tiyatro yaparak öğrendim" diyor. Kasetlerden, girip çıktığı işlerden, tiyatro izlemekten, bisikletle dolaştığı Londra sokaklarından öğrendi İngilizce'yi. Ve günün birinde "Stage" (Sahne) dergisine bir ilan verdi : "Camus'nun 'Doğrular'oyununda oynayacak beş oyuncu aranıyor."
İlana yüz kişi baş vuracaktı. Ve Mehmet Ergen, bir elinde Türkçe, bir elinde İngilizce metin, oyun yönetecek, bu oyunla kent kasaba dolaşarak, ilk turne tiyatrosunun tohumlarını atacaktı. "Camus, Beckett, Ionesco'nun İngiltere'de demode olduğunu çabuk keşfettim. Topluluktaki Amerikalı oyuncular aracılığıyla Sam Shaphard ve David Mamet'i buldum."
Bu iki yazarın birçok oyununu üst üste sahneleyince ve bu oyunlar çok popüler "Time Out" dergisinde "Eleştirmenlerin Seçimi" ne konu olunca, belli başlı gazetelerde alkışlanınca, artık kimse onu durduramazdı....
Tereciye tere satmak
Tereciye tere satmak gibi bir şey... "Hayır, arogans" diyor. "Bir de burada, 'fringe' tiyatrolara, küçük tiyatrolara verilen önem beni etkiledi" diyor. "Fringe" yani sistemin, tiyatro endüstrisinin dışında , "kenarda", "kıyıda" kalan "öteki" tiyatro... Artı , kişiliğindeki özgüven, cesaret, "çılgınlık"...
Bir önemli ayrıntı ya da ilke: "İngiltere'deki ilk on yılımda Türklerin bulunduğu yerlere hiç ama hiç yaklaşmadım" diyor.
Derken oyuncularıyla birlikte Londra'nın ta en güney batısına yerleşir. O zamanlar burası kültürel açıdan geri bırakılmıştır. Ne Shakespeare Globe Tiyatrosu, ne de Yeni Tate Galerisi henüz bu kıyıda yükselmemiştir. Mehmet Ergen beş yıl boyunca (1993-99)Southwark Playhouse'un genel sanat yönetmeni olacak, on beş kadar oyun yönetecek, ilk "Peter Brook Ödülü"nü bir Brecht oyunuyla ("Kentlerin Ormanında") burada kazanacaktı.
Protesto olarak opera:
Tamam artık yerleşti diye seviniyordum ki... Beşinci yılın sonunda oradan ayrılmış. Neden? "Opera sahnelemek için."
Şimdi opera nereden çıktı? Zaten çığ gibi anlattıklarını yakalamaya ve özetlemeye zor yetişiyorum... "Operayla ilgin neydi?" soruma yanıt, tam beklediğim gibi geldi: "Hiiiiç! Severim, müziği..." İroninin daniskası!
Elbet ötesi var: Efendim, Britanya Kraliyet Operası'nı protesto etmek ve parasız pulsuz da opera yapılabileceğini İngilizlere kanıtlamak için kolları sıvamış. Yani "politik bir duruş, bakış."
Scott Joplin'in " Treemonisha"eserini sahneler. Ve California Santa Barbara'dan davet alır. Orada da 1937 çelik işçilerinin grevini anlatan Orson Wells'in ve Blitzstein'in yasaklanan eseri " Cradle Will Rock" adlı ağıt-pop operasını sahneler. Ardından Kurt Weil'in "Lost in the Stars" operası...
Ve sıkı durun:
Önümde 30 Ağustos 2000 tarihli Herald Tribune gazetesi 4 sütun ayırmış Kurt Weil'ın "Lost in the Stars" operasına. Yazar , Londrada Royal Opera, National Theatre , Royal Shakespeare Company gibi büyük ödenekli kurumların bir analizini yaptıktan sonra, "bu kurumları utandırmak, onların yapması gereken işleri, onların hiçbir avantajına sahip olmayan -üstelik asgari ücreti bile alamayan- 15 kişilik bir ekibe düştü... " diyerek, "Mehmet Ergen'in minimalist ama müthiş etkileyici " çalışmasını övüyor.
Böylece nota bilmeden opera yöneten insan oldu Mehmet Ergen.
Londra'nın "Harlem"inde...
Artık geçen yıl kurduğu Alcona Tiyatrosu'ndayım. Kentin kuzey doğu kıyısında Dalston bölgesindeyiz. Burası, Avrupa'da sanatçıların en yoğun yaşadığı yermiş. Bir zamanlar New York'un Harlem'inde olduğu gibi, en karışık azınlık nüfusa sahip. Çevrede yaklaşık seksen dil konuşuluyor. Çoğunluk, Nijerya, Ghana'lı, Türk, Kürt, Kıbrıs'lı olmakla birlikte, yoğun bir İngiliz sanatçı takımının da alternatif barınağı.
İşte burada Mehmet Ergen , terkedilmiş, eski bir konfeksiyon, elbise dikim fabrikası bulunca, derhal girişimcilik ruhu kabarıp buraya el atıyor. Elli kişilik bir "boya partisi" düzenliyor. Siyah boya, fırçalar, içkiler çevredeki esnaftan , emek arkadaşlardan, tiyatro tutkunlarından, oyunculardan .... İki gün içinde fabrikanın tüm içi siyaha boyanıyor. Dikiş tezgahları, oturma tribünlerine, elbise askılıkları, çepeçevre borular sahne ışıklarına dönüştürülüyor. Eski halini hiç bozmadan bu mekanda biri 300, öteki 200 kişilik iki stüdyo tiyatrosu ortaya çıkarılıyor. Bir köşede de resim galerisi ve küçük bir kahvehane...Tüm oyunculara ve yönetmenlere açık.
Övgü dolu yazılar
Oyunlar, birbirini izliyor (Klasik, modern, deneysel) ve birinci yıl sonunda , yoktan var edilen mekan ve çevresiyle kurduğu sağlıklı ilişki için yine Peter Brook Ödülünü kazanıyor Mehmet Ergen. Her oyunları basında geniş yankı buluyor. (Örnek vermeye, bu sayfalar yetmez)
Time Out ve The Guardian "Londra'nın en etkili, en önemli Fringe tiyatrosu" ilan ediyor Arcona Tiyatrosunu.
1 Temmuz 2001 tarihli Evening Standard gazetesi :"Dalston'lu Hayalperestler" başlığı altında "bir başarı öyküsü"nü anlattıktan sonra, Mehmet Ergen'i oyunculukla para kazanabilecekken kendini bu bölgeye adadığı için "Çılgın Türk" diye niteliyor.
20 Ocak 2002 tarihli Independent gazetesi ise "Turkish Delights" başlığı altında Mehmet Ergen'i , "gerçek bir 'Genç Türk " diye niteleyip, "Dostoyevski , Dalston'a gelmişken, Mehmet Ergen de Royal Shakespeare Company'ye, seyirciyle ilişki kurma dersi veriyor" diyor.
Mehmet Ergen bugün 35 yaşında . Hayalleri, çılgınlığı dolu dizgin devam ediyor. Hayallerinden biri de Türkiye'de , kendi ülkesinde bir oyun yönetmek. Söylemesi benden, gereğini yapmak ödenekli tiyatro kurumlarımızdan...
İyi ki yeryüzüne dağılmış böyle çılgınlarımız var!
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler