Menü

Moskova Tiyatrosunu Arıyor…


09 Nisan 2005 - Zeynep Oral -

Moskova, artık eski Moskova, yani benim bildiğim Moskova değil… Nisan ayının ilk haftasıydı. Moskova Altın Maske Sahne Sanatları Festivali’nden bir çağrı alınca soluğu orada aldım. Rusya ‘nın tüm yörelerinden son bir yılın en başarılı prodüksiyonlarını bir araya getiren festivalde, hem nitelikli oyunları izleyecek hem de Türkiye’deki tiyatro eleştirisi üzerine bir panele katılacaktım. Ancak beni ilk “çarpan” kentteki değişiklik oldu. Hayır, Gorbaçev’in Komünist Parti başkanlığına geldiği 20 yıl öncesinden bu yana değil, son iki üç yıl içindeki görüntü değişikliğinden söz ediyorum…
Moskova , normalin üstünde kar yağışlı geçen bir kıştan çıkıyordu. Sıcak inatçı bir güneşe karşın cadde ve kaldırımlar dışındaki kar yığınları erimek bilmiyordu. O geniş mi geniş bulvarlarda günün her saati trafik kilitliydi. Moskova otomobil istilasına uğramıştı. Metroda, insan selleri akıp gidiyordu. Kentin gece nüfusuyla, kente her gün çalışmaya gelenlerle şişen gündüz nüfusu arasında 4-5 milyon fark olduğu söyleniyordu… Her adım başındaki banka şubelerini, bir restoran, bir bar, bir kahve ve birkaç dükkan izliyordu. Dünyanın belli başlı markaları, en yüksek fiyatlarla birbiriyle yarışıyordu. Bütün bu saydıklarım , kenti bir ahtapot gibi saran ışıltılı, rengarenk reklam panolarına yansıyor ve sanki geçmişin tüm izlerini yok etmeye çalışıyordu.

“Sovyet garantisi”

“Altın Maske Festivali” , bu yıl on birinci kez yapılıyordu. Operadan dansa, müzikten tiyatroya farklı alanlara açıktı. Yalnız Rus prodüksiyonları bir araya toplaması, özellikle yabancı tiyatro uzmanlarına bunları bir arada görme olanağı tanıyor ve ülkeler, toplumlar , kültürler arası ilişkileri, iletişimi ve değiş dokuşu güçlendiriyordu. Yüz kadar yabancı tiyatro uzmanının da katılımıyla canlı bir tartışma ortamı yaratılıyordu.

Bu tartışmalardan ortaya çıkan, dünyanın bir çok yerindeki gibi Rus tiyatrosu da bir arayış içindeydi. Ama kendine özgü farklılıklarla…
Sovyet yönetimi boyunca kültür ve sanat alanına akıtılan maddi olanaklardan artık eser yoktu. Festivalin kurucusu Eduard Boyokov, “Son beş yılda ekonomimiz yüzde 7 büyüdü, istatistikler her şeyi harika gösteriyor ama bir kültür politikamız yok, bu ekonomik gelişme sanata yansımıyor …” diye yakınırken buna dikkati çekiyordu.

Putin ‘in sık sık yaptığı “halka seslenişler”de bir kez olsun “kültür” sözcüğünün geçmemesini sanatçılar bir türlü anlamlandıramıyorlardı. “Tarihimizin en özgür Rusya’sında yaşıyoruz, ama bu özgürlük sanata yansımıyor” diyorlardı. Özgürlük kavramı, yalnızca daha çok para kazanma özgürlüğüne dönüşmüştü.

Oysa tüm sanatçılar yapısal bir reform amaçlıyor; Moskova ve St. Petersburg merkeziyetçiliğini ve tekelini kırmak istiyordu. Özellikle tiyatroda yeni arayışlara yönelirken, yeni bir dil, yeni yöntemler, yeni yollar amaçlıyorlardı. Yalnızca yeni oyuncular, yeni yönetmenler değil yeni seyirciyi de yetiştirmeyi hedef alıyorlardı.
Ancak bütün bu “yeni”leri gerçekleştirmek kolay değildi ve sivri dilli bir Rus eleştirmen “Bizim sanatçılarımız Sovyet garantisine, kapitalist gelire ve feodal güce sahip olmak istiyor , hiç birinden vazgeçemiyor” deyiveriyordu.

Çehov en popüler
Günde ikişerden izlediğim on oyun da tıka basa doluydu. Seyircinin yaş ortalaması tiyatro ve operada 60 , dans tiyatrosu, performans ve müzik olaylarında çok daha gençti.
Yalnız festival programında değil, Moskova’da perde açan 60 kadar tiyatronun repertuarına baktığınızda yine klasiklerin egemenliği göze çarpıyor. Shakespeare, Moliere ama hiç kuşkusuz hala en popüler oyun yazarı Çehov.

Yeni oyun yazılmadığından yakınılan Moskova’da son yıllarda yükselen isim Vladimir ve Oleg Presniakov kardeşlerinki. “Terörizm” adlı oyunları birçok yabancı dile çevrilmiş, dış ülkelerde oynanmış. Benim izlediğim “Kurbanı Oynamak”, şiddet olgunu işleyen, şiddetin sıradanlaşmasını, nedensizliğini irdeleyen , polisin yozluğu ve yolsuzluğuna dikkati çeken bir oyundu.Bu şiddet sarmalında kurbanların katile dönüşmesi neredeyse kaçınılmazdı. Moskova Sanat Tiyatrosunun sunduğu oyun Rus tiyatrosuna egemen olan Stanislavski kalıplarını kırmaya çalışıyordu.

St.Petersbourg’dan gelen ve kendilerini “ fiziksel tiyatro “ ya da “mühendislik tiyatrosu” diye niteleyen Akhe Topluluğunun sunduğu “Bay Carmen” adlı beden, ses ve el hünerine dayanan performansı ; Kırım’dan gelen besteci Alexander Bakşi’nin , müziği ve Kırım halk şarkılarını tiyatro metni gibi kullandığı “Yeryüzünden Silinmenin Kırmızı Kitabından “ adlı eseri ilginç denemelerdi.

Moskova dışından gelenler arasında benim için en şaşırtıcı olanı Bolşoy Tiyatrosu’nda izlediğim Rostov-Don’dan gelen “Minskli Lady Macbeth” operasıydı. Şostakoviç’in bu ünlü eseri, dünya opera merkezlerine taş çıkartacak mükemmeliyette sahnelenmişti ve yorumlanıyordu. (Yöneten ;Viaçeslav Kuşef . Lady Macbeth: İrina Krikunova) Rusya’nın güneyinde, Kafkasya'ya bir geçiş kapısı sayılan Rostov’un, bir milyon nüfuslu bir kent olduğunu anımsatayım…

Meyerhold ve Sovremennik Tiyatrolarının ortak prodüksiyonu, Gogol’un “Palto” su ile Tabakov Stüdyosunun sunduğu Çehov’un “Vanya Dayı”sı belleğimi ve yüreğimi asla terk etmeyecek oyunlar oldu.

Yılların yönetmeni Valery Fokin “Palto”yu yeni bir dramaturjiyle bir oyuncu ve müzisyenlere yorumlatıyordu. (Müzik: yine Aleksander Bakşi) Sözü en geri plana atmış , müziği,ışığı ve gölgeleri ön plana çıkarmıştı. Sahnede yaşsız memuru (kadın oyuncu Marina Neyolova) ve heykel görünümlü, hareket eden, oyuncudan kat kat yüksek ve büyük ölçekte bir paltoyu görüyorduk.

“Vanya Dayı” ise Litvanyalı genç yönetmen Mindugas Karbauskis ‘in (32 yaşında) elinde, mükemmel oyuncular ve tiyatronun tüm öğelerinin en akıllı ve en güzel kullanımıyla bir şiire dönüşmüştü. Tek kelime Rusça bilmeyen ben, her satırı anımsıyordum, anlıyor, etkileniyordum. Ayrıntı zenginliğinden sarhoş oluyordum…


Sonya’nın , “yaşayacağız, Vanya Dayı, yaşayacağız” sözleriyle perde kapandığında, yanımdaki Rus arkadaşım, “işte bizim hayatımız “ diye fısıldıyordu bana.


Tiyatro, yaşamımıza dokunduğu, “hayatımız”a dönüştüğü sürece , gücünü koruyacak. Bundan hiç kuşkum yok.

9 Nisan 2005- Cumhuriyet

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.