Menü

Mehmet Ulusoy : Hep Yüreğinin Sesini dinledi… Ve Yüreği sustu…


09 Haziran 2005 - Zeynep Oral -

Canım Mehmet. Canım Mehmet Ulusoy… Kahkahalarla gülerek “Yeter artık ben gidiciyim” diyordun, işte gittin!

Artık kafanın içinde her an evirip çevirdiğin tiyatro sorunları, bundan sonraki, bir sonraki, daha daha sonraki oyunlarının tüm ayrıntılarıyla didişmen, bitti. Oyun metnindeki her sözcükle hesaplaşmana, sahnedeki tramplenin yüksekliğini, ışığın yoğunluğunu, maskenin ağırlığını, oyuncunun ruh halini düşünmene artık gerek yok! Gittin. Artık dinlenebilirsin!

Peki ama ya biz? Biz ne olacağız? (Görüyorsun işte! Bencillik bu benimki! Ama öyle !) Tiyatro denilen o büyülü sanatın nasıl kanatlanıp uçabileceğini, izleyiciyi nasıl önüne katıp sürükleyebileceğini ve uçurabileceğini, yeryüzünü ve hayatın yeniden keşfedilebileceğini , yeniden yaratabileceğini biz şimdi nasıl ve kimden öğreneceğiz???

Sahnede yarattığın o cümbüşte… Işık, müzik , renkler, aksesuarlar, masklar, objeler, gölge oyunları, Hacivat Karagöz, Commedia dell’Arte figürleri, uçuşan tül, kaygan ipek , yelken bezi, kaba saba çuval , teneke, demir, bakır, lastik, kauçuk, ahşap öğeler, tekerlekler, merdivenler, kuleler, bidonlar, tencereler, miğferler , alçalan yükselen platformlar, dönen çarklar, uçuşan trapezlerle yarattığın o dünyada… Renk bolluğu , malzeme bolluğu, ses ve gürültü bolluğunda yarattığın o mucizede… Ama en çok, en çok oyuncularındaki cevheri ortaya çıkarmaktaki maharetinle ve seyirciyle kurduğun ilişkiyle yarattığın o eşsiz anlarda, aslında insana dair, yaşama dair bir şeyler fısıldadığını, insanın ve yaşamın en derinlerine dokunduğunu şimdi bize kim gösterecek?

Kim dokunacak o en derine, en görünmeze en bilinmeze? Kim dokunacak insan sıcaklığına, yaşamın gizlerine?

Tiyatronun sahiciliğine kim inandıracak artık bizi?

Bir kez, yirmi bin kişinin izlediği Tunus’taki Kartaca Tiyatrosu’nda öyle sahici kılmıştın ki hapisteki şaire dair oyununu , ertesi gün onlarca insan ellerinde küçük birer paketle karşına dikilivermişlerdi. Hapisteki şaire (aramızdan çoktan ayrılmış olan şaire) üşümesin diye fanila don götürmeni istiyorlardı.

İnanmışlardı. Sahnede söylediğin, söylettiğin, söylemediğin, söyleyemediğin her şeye sonuna dek inanmışlardı.

70’li yılların başlarında, grevdeki işçilerle ya da haksızlıklara direnenler arasında İstanbul sokaklarında, alanlarda, fabrikalarda , yaptığın tiyatroyla, Paris’in altın kaplamalı kadife koltuklu Odeon Tiyatrosunda , Avignon’daki görkemli Papalar Sarayında ya da Dostlar Tiyatrosunun alçakgönüllü sahnesinde yaptığın oyunlar hepsi bir bütündü. Her oyununda bir sonrakinin, daha sonrakinin tohumlarını atıyordun. Bir oyunun, ötekini doğuruyor, birinde yakaladığın anahtar, ötekilerin kilidini açıyordu.

Canım Mehmet, sen çılgınlığınla dahiliğin arasında gidip gelirken ve ben seni ha bire dengeye uyuma çağırmaya, dizginlemeye çalışırken , sen hep “ama başka türlü yapamıyorum, yapamam ki” derdin. Ya hep ya hiçti. Sahneden istediğini alıncaya dek, ruhundan geçen her şeyi izleyiciye verinceye dek durulmak bilmezdin.

Belki de yaratıcılığın kuralı bu…

İster Shakespeare ya da Brecht’in oyunlarından, ister Nazım’ın ya da Ritsos’un şiirlerinden yola çıkmış ol, metni “yeniden yazar”dın. Mehmetçe, tiyatroca yazardın. .. Bu yeniden yazma ya da yaratmada, kurgulamada , bir fotoğraf, bir olay, bir dize , bir türkü, bir yaşanmış an, bir özlem , yola çıkış için yeterliydi. Yola çıktıktan sonra, oyunu arayışlarla dokurdun.

Her oyunda tüm birikimlerini seferber ederdin: Başta dünyaya bakışını ve algılayışını, sonra çıraklık günlerinde ustalardan (Brecht, Strechler, Planchon’dan) öğrendiklerini ve özümlediklerini, sonra geleneksel Türk tiyatrosundan damıttıklarını, Anadolu Seyirlik oyunlarından biriktirdiklerini, sokak tiyatrosu deneyimlerini bir arada harmanlardın.

Her oyunda, gerçekle düşü, düşle fanteziyi , fanteziyle gerçeği iç içe yoğururdun. Ama bunu yaparken şimdiyi , bugünü bize hiç unutturmazdın. Dünle bugün, bugünle yarın arasında gidip gelirken hem aklınıza, hem yüreğinize, hem de beş duyumuza seslenirdin. Ama en çok, en çok yüreğimize…Belki de bundan, oyunlarından geriye, hep ama hep bir şiir tadı kalırdı.

Canım Mehmet, ülken Türkiye senin ne kadar değerini bildi, doğrusu emin değilim. (Hiç unutmam, hele Paris’teki ilk yıllarında, o zaman benim de ilk yıllarımdı ve çalıştığım gazetede sen söz edebilmek için, senin hakkında “Le Monde” gazetesinin birinci sayfasında koskoca bir başyazı çıkması gerekmişti!) Ülken değilse de ülkenin kimi sanatçıları senden çok şey öğrendi, seninle büyüdü, seni bağrına bastı… Dünya tiyatrosunda ise adın altın harflerle yazıldı. Artık onu ordan kimse silemez.

Seninle, tiyatro bir şenlikti Sevgili Mehmet. Geriye şiir tadı bırakan , çok renkli, çok sesli bir şenlik!

Hep söyledim, söylüyorum. Sen “koku alarak” tiyatro yapan, tiyatroda yolunu yordamını bulan, mucizeler yaratan bir sahne yaratığıydın. Ama burnuyla değil, yüreğiyle koku alan bir sahne yaratığı…

Canım Mehmet, hep yüreğinin sesine kulak verdin. Yüreğinin sesini dinleyerek yaşadın, yüreğinin sesini dinleyerek, dehanı tiyatro sanatına verdin. Şu kadere bak ki, sonunda o yürek oyun oynadı… Son oyunu… Sana… Ve bize…

9 Haziran 2003- Cumhuriyet

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.