Menü

Mehmet Tiyatro Seni Bekliyor


18 Aralık 2004 - Zeynep Oral -

(Şu sıralar Cerrahpaşa Hastanesinde bir yandan ciğerleriyle didişirken, öte yandan da yüreği ve aklıyla Erasmus’un “Deliliğe Övgü”sünden yaratacağı oyunu çalışmakta olan Mehmet Ulusoy’a çağırımdır.)

Suriye sınırından Türkiye’ye giriş yaparken, pasaport kuyruğundaki herkes gibi ben de sabırsızlanıyordum. Kuveyt’ten bu yana direksiyon sallamış adamın dediği gibi “Memleketimin havası, suyu bile bir başkaydı.”… O, suya ve havaya, ben dört beş gün ayrı kaldığım gazetelere, haberlere kavuşmak için sabırsızlanıyorduk.

İçimde koca bir “Ah!” Tüm gazetelerde beni bekleyen , Şükran Kurdakul’un ölüm haberiydi. “Coşkunun ve direncin” şairi artık yalnız eserlerinde yaşayacaktı. Öykülerinde, denemelerinde, şiirlerinde, araştırmalarında… Bir de dostluklarda, güzelim anılarda…

Edebiyat uğraşıyla , edebiyat tutkusuyla toplumsal görevini, toplumsal sorumluluğunu , içinde büyüttüğü sorumluluk duygusunu eşsiz bir çalışkanlıkla, sabırla, inatla, inançla, sonsuz emek ve çabayla, ama alçak gönüllülükle, özveriyle, sevecenlikle bütünlemiş ender insanlardan biriydi. Yazdıkları nedeniyle “içeri” düştüğü günlerden , Türkiye İşçi Partisi günlerinden, edebiyat kurumlarında etkin görev aldığı günlerden, yayıncılığa, dergiciliğe , şiir , öykü ve araştırmalara uzanan günlere, gençlere hep edebiyatı sevdirmeyi sürdürdü.

Onu çok arayacağız.

Bir büyücü :

Beni bekleyen bir başka haber Mehmet Ulusoy’un hastalığıydı. Cerrahpaşa Hastanesinde yatıyordu. Bir an için düşünmeden edemedim: Mehmet Ulusoy, İstanbul’da değil de, örneğin uzun yıllar çalıştığı Fransa’da bir hastanede yatıyor olsaydı, yer yerinden oynardı. Kolay mı, gelmiş geçmiş tiyatro otoriteleri , özellikle 70’li, 80’li yılarda onu “Avrupa’nın en iyi 10 tiyatro yönetmeninden biri” saymışlar!

Benim içinse o bir tiyatro büyücüsü !

İlk tepkim, “Mehmet! Fırla , tiyatro seni bekliyor!” diye haykırmak oldu. Öyle ya, nicedir Erasmus’ın “Deliliğe Övgü” sü üzerine çalışıyordu. Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenecekti. Sonra hızla gerilere kaydım: 70’lere…

1970’lerin başındaydı. Sokak Tiyatrosu, İşçinin Tiyatrosu, Devrim İçin Hareket … Sokakta , fabrika önlerinde, meydanlarda kah grevleri desteklemek için , kah köprüye “Hayır” demek için yaptığı tiyatro…”Vatan Yahut Amerika” adlı oyunun afişlerini asarken yakalanması… Polis, karakol, dayak derken “içeri” düşmesi! (İşçi sınıfıyla ilgilenen her yazarın, her sanatçının kaderiydi hapishane…)

Ne yapsın, öğrendiklerini yok sayamazdı ki! Ne de olsa çıraklığını “Baba”ların yanında yapmıştı. Bunlar mafya değil , tiyatro sanatının babalarıydı ve o nedenle elit bir zümrenin değil , toplumun nabzıyla birlikte atardı nabızları. Fransa’da Roger Planchon; Berlin’de Berliner Ensemble’da ve Milano’da Piccolo Teatro’da Giorgio Strehler’le çalışmış, onlara çıraklık etmişti…

1971’de Türkiye’den ayrıldı ve aynı yıl Paris’de kendi topluluğunu “ Theatre de Liberté” – “Özgürlük Tiyatrosu’nu kurdu. Ve daha ilk oyunu Nazım Hikmet, Ritsos, Neruda ve Aziz Nesin’in eserlerinden uyarladığı “Gelecekten Destanlar” adlı oyunla Paris’deki tiyatro çevrelerini fehtetti. Bundan böyle her oyunu merakla beklenecekti. (Şu son paragrafta söylediğim , yazıldığı kadar kolay olmadı elbet. Güçlükleri yenmekte Kariman Ulusoy’un çabalarını anmadan geçemem. )

90’ların ortalarına dek Fransa’da sahnelediği oyunlarla, uluslar arası bir çok festivalde Fransa’yı temsil etti. Oyunlarını dünyanın dört bir yanında sundu . Hep Türk yazarlarına, şairlerine, sanatçılarına öncelik tanıdı. Her oyunuyla ilgili yine Fransa’da sayısız inceleme yayınlandı. “Avrupa’nın en iyi on tiyatro yönetmeninden biri” tanımlaması Denis Bablet’nindir. Son on yıldır hem Fransa’da hem Türkiye’de çalışıyor.

Tiyatro bir şenliktir

Başlangıcından bugüne Mehmet Ulusoy’un gerçekleştirdiği oyunları saysam , bu köşeye sığmaz . Ancak onun tiyatrosu bir bütündür. Biri , ötekini doğurur .Birinde attığı tohumlar ötekinde yeşerir, birinde yakaladığı anahtar, ötekilerin kilidini açar. Tüm çalışması bir süreklilik gösterir. Bu sürekliliğin, ortak paydalarını şöyle sıralayabilirim:

Mehmet Ulusoy yaratıcıdır. İster Shakespeare ya da Brecht’in oyunlarından, ister Nazım’ın ya da Ritsos’un şiirlerinden yola çıksın, metni “yeniden yazar”. Mehmetçe, tiyatroca yazar. Bu yeniden yazma ya da yaratmada, kurgulamada , bir fotoğraf, bir olay, bir dize , bir türkü, bir yaöanmış an, bir özlem , yola çıkış için yeterlidir. Yola çıktıktan sonra, oyunu arayışlarla dokur.

Her oyunda tüm birikimlerini seferber eder: başta dünyaya bakışını ve algılayışını, sonra çıraklıkta ustalardan özümlediklerini, sonra geleneksel Türk tiyatrosundan damıttıklarını, Anadolu Seyirlik oyunlarından biriktirdiklerini, sokak tiyatrosu deneyimlerini… Tümünü aynı kazanda kaynatırken, içine bir tutam Şarlo hayranlığını, bir avuç Arlequino tutkunluğunu, bir çimdik sinema ve resim sanatı sevdasını katmakta hiç sakınca görmez.

Mehmet Ulusoy , gerçekle düşü, düşle fanteziyi , fanteziyle gerçeği iç içe yoğurur. Ama bunu yaparken şimdiyi , bugünü size hiç unutturmaz. Dünle bugün, bugünle yarın arasında gidip gelirken hem aklınıza, hem yüreğinize, hem de beş duyunuza seslenir.

Işık, müzik , renkler, aksesuarlar, masklar, objeler, gölge oyunları, Hacivat Karagöz, Commedia dell’Arte figürleri, uçuşan tül, kaygan ipek , yelken bezi, kaba saba çuval bezi, teneke, demir, bakır, lastik, kauçuk, ahşap tekerlekli merdivenler, kuleler, bodonlar, tencereler, miğferler … Renk bolluğu , malzeme bolluğu, ses ve gürültü bolluğu Mehmet Ulusoy’un sahnedeki gözbebekleridir. (Zaman zaman ben bunların çokluğundan şikayetçi olmadım değil!) Ancak bu saydıklarım onun fısıldayarak da konuşmasını engellemez. İnsan sıcaklığı bunlarla birlikte ve kimi zaman bunlara rağmen hep vardır.

Kısacası onun tiyatrosu, bir şenliktir. Geriye şiir tadı bırakan , çok renkli, çok sesli bir şenlik!

Bana sorarsanız, Mehmet Ulusoy bu şenliği “koku alarak” gerçekleştiriyor. Hani nasıl hayvanlar koku alarak gidecekleri yolu bulursa, avını yakalarsa, eşine kavuşur ya da düşmandan kaçarsa, koku alarak hayatta kalırsa, işte Mehmet de öyle!

O bir sahne yaratığı. “Koku alarak” tiyatro yapıyor. Ancak o, burnuyla değil, yüreğiyle koku alıyor.

Öyleyse, Haydi Mehmet! Şu koku alan yüreğine ve ciğerlerine söz geçir de, çabuk iyileş . Tiyatro seni bekliyor!

Cumhuriye- 18 Aralık 2004

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.