Mardinliler kolları sıvadı
13 Nisan 2002 - Zeynep Oral -
Mardin "Dünya Kültür Mirası" kenti olmaya aday
MARDİNLİLER KOLLARI SIVADI
Mardin eşiğinin güneyinde, o koca, dik dağ kütlesinin yamacına bel vermiş, sırtını tepedeki Mardin Kalesi'ne dayamış o görkemli taş evler arasında dolaşıp duruyorum... Dapadar kıvrılıp giden yollar, iç içe geçmiş çarşılar, kemerlerin altından geçen yokuşlar, aşağı inen, yukarı çıkan basamaklar, dönüp dolaşıp, ha bire bir camiye, medreseye, hana, hamama, kiliseye ya da bir eve dayanıyor... Koskoca kesme taş blokların kelebek kanadı inceliğinde saydamlaşmasını, dantel ya da oya gibi işlenmesini yalnız gözlerimle değil, beynimle da kavramaya çalışıyorum.
Sabahın ilk ışınlarıyla birlikte kendimi dışarı atmıştım. Sokakların ve evlerin, kısacası taşın muhteşem gösterisini izlemeye... Eski kent dev bir sahneden farksız...Güneş yükseldikçe, kentin üzerinden perde kalkıyor. Yani gölgeler küçülüyor . Artık kent spot ışıkları altındadır. Ve taşların, Mezopotamya'ya açılan şiiri, müziği, ve ışık gösterisi gün boyu sürecektir...
Bu yazıyı, sizi, yeryüzünün belki de en güzel kentlerinden birinde dolaştırarak sürdürebilirim...
Dünden bugüne, Sümer, Asur, Hurri, Urartu, Pers, Grek, Roma, Bizans, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlının izini sürüp, dinlerin, inançların kardeşliğinden, birbirine karışan ezan sesiyle, kilise çanlarının uyumundan söz edebilirim... Labirenti andıran o dar sokaklarda, "Abbara" yani üstü özel mülkiyet, altı halka açık tünellerde yolunuzu kaybetmemenin yollarını öğretebilirim... Midyat'tan çıkarılan taşın , önce yumuşak, işlemeye çok elverişli olduğunu, zamanla sertleştiğini, dayanıklılığının arttığını... Mardin ve Midyat evlerinin siluetini Suryani, taş işçiliğini ise Ermeni ustalara borçlu olduğumuzu... Taş işçiliğinde olduğu gibi gümüşçülüğün, bakırcılığın, çömlekçiliğin, dokumacılığın, kuyumculuğun, babadan oğula, ustadan çırağa geçerek süregeldiğini... O dar sokaklarda, basamaklarda, yokuşlarda taşımacılığın hala katır ve eşeklerle yapıldığını ... Her yerde Türkçe kadar Arapça ve Kürtçe konuşulduğunu, ülkeyi terk etmek zorunda kalan Suryanilerin yeni yeni dönmeye başladıklarını... Ve daha neler neler anlatabilirim... Ama yine de hiç bir şey anlatmış olmam. En iyisi siz gidip kendiniz görün.
Mardin'e daha önceki gidişlerimle bu gidişim arasında gözlemlediğim en büyük fark, (aşağıda gelişen Yeni Kenti saymazsak) insanların dinamizmi oldu. Evet hala dert çok derman yok . Eski kent hala kanalizasyona kavuşmamış . (Son iki yıldır kanalizasyon yapılırken, ödenek ayrılmadığı için müteahhit bırakıp gitmiş.) Susuzluk hala büyük bir sorun. GAP İdaresinin açtığı iki kuyunun biraz yararı olmuş. Ekonomik kriz, işsizlik belleri bükmüş.Ama eskisinden farklı olarak, herkes yakınmakla kalmıyor, tam tersine herkes kolları sıvamış, "biz ne yapabiliriz"in peşinde...
Mardin'de kaldığım üç gün içinde Vali, Belediye Başkanı'ndan sokaktaki adama, işletmecisinden meslek sahibine, Midyat'ta Mor Şmuni Kilisesi'ndendeki Metropolit'ten, Deyrülzafaran Manastırındaki rahiplere , Meslek Odalarından , Sivil Tooplum Kuruluşları temsilcilerine görüştüğüm herkes kolları sıvamış , kent bilincini geliştirmek, Mardin'in tarihi ve kültürel mirasını korumak, geliştirmek üzere harekete geçmiş.
Yerel Gündem 21 projesi çerçevesinde Kent Konsey'ini geçen yıl oluşturmuşlar. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın, Uluslararası Yerel Yönetimler Birliği'nin desteği ve koordinatörlüğünde projelerini geliştiriyorlar. İstanbul Teknik Üniversitesi, GAP İdaresiyle sürdürüyorlar işi. MAREV (Mardinliler Eğitim ve Dayanışma Vakfı) başta olmak üzere sayısız sivil toplum kuruluşuyla birlikte çalışıyorlar...Projelerinin adı MERDİNAR . (Mardin Katılımcı Kentsel Rehabilitasyon. )
Bu proje için Dünya Bankası'ndan , İsviçre Hükümetinden on milyon dolar sağlanmış. Projeyle ilgili yapmak istedikleri (restorasyondan belgesel filmlere, turizme yönelik etkinliklere) öyle çok şey anlattılar ki, ve herkes bu on milyon dolardan öyle çok söz etti ki, bu para hangi birine yetecek pek anlayamadım.
Yaşlı, genç, her yaşta Kent Konseyi üyeleriyle birlikteyim. Üç günde bir Valiyi, Belediye Başkanını yanlarına katıp, kenti adım adım dolaşıyorlarmış. "Daha önce sokakta vali görmemiş insanlar, çok mutlu oluyor" diyorlar. Alıp da onları nereye gidiyorlar ? Örneğin, projenin ilk ayağı olan ünlü tarihi Sipahiler Çarşısı'nın restorasyonuna. Ben de gittim, gördüm. Çalışmalar hızla ilerliyor. Kemerlerin altındaki dükkanlar onarılıyor, özgün haline kavuşuyor, taşın neşesi yerine geliyor. Ve dükkanı onarılan, o gün hiçbir şey satılmasa da, gelip içinde oturuyor, dükkana ve çarşıya sahip çıkıyor.
"Bu bir toplumsal dönüşüm projesi " diyorlar. "Hepimiz katılmalıyız " diyorlar.
Belediye Başkanı Abdilkadir Tutaşı, en büyük destekçi. Parasızlıktan yakınsa da (işçilerine 20 ay maaş ödeyemediği olmuş, ama biri onu terk etmemiş, ona inandıklarından) her an Kent Konseyi'nin hizmetine koşuyor. Kent Konseyi'nin önünde değil, sıradan bir neferi gibi.
Tarihi Mardin evlerinin butik otel ve ev pansiyonculuğuna açılması için girişimler teşvik ediyor. Nitekim ben beton otelde kalmam, taş evde kalırım diye tutturduğumda, kent merkezinde, henüz restorasyonu tamamlanmamış, iki eski taş evin daha doğrusu konağın, bir araya getirilmesinden oluşan "Erdoba Evleri"nin bir odasına yerleştim. (Erdoba , Mardin'in eski adı 6. Yüzyıl Asur belgelerinde geçiyor) 30 odalı, "Erdoba evleri" ve hemen yakınındaki 18 odalı "Şatana Evi" Mayısta açılacakmış... Her ikisi de , konumuyla, mimarisiyle, taş işçiliğiyle insanı büyülen yapılar.
Kent Konseyi tüm restorasyon uygulamalarına katkı sağlıyor. Ve tüm Mardinliler, şu sırada, Kültür Bakanlığı'nın önderliğinde yapılan bir başvurunun onayını bekliyor: Mardin Birleşmiş Milletler'in "Dünya Kültür Mirası"listesinde aday...
Bu kez Mardin'de , beni en çok kadınlar etkiledi. GAP İdaresi'ne bağlı üç ÇATOM'u (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri'ni) görme, orada her yaştan her birikimden gelmiş kadınlarla konuşma fırsatı buldum. Mardin -Midyat yolunda Ömerli , Mardin'de Evren Mahallesi ve Saraçoğlu Mahallesin'de gittiğim bu merkezlerde, okuma yazma, beceri geliştirme, dokumacılık, tekstil ve her konuda pratik bilgiler ve "Kendi İşini Kendin Kur" programı veriliyor.
Ülkemizde, özellikle Güneydoğuda kız çocukların okula yollanmama nedenlerini anlatmama gerek yok herhalde... (Yoksa siz, kızlar da okula gidiyor mu sanıyorsunuz?!) Şimdi bu merkezlerde , karşımda 20, 30 ya da 50 yaşında okuma yazma öğrenen kadınları dinlerken onlardan çok ben heyecanlanıyorum.
Kadınlarımızın toplumsal yaşama katılamamalarının nedenlerini de tekrarlamama gerek yok sanırım. Yalnız okuma yazma değil, el işi ya da dokumacılık öğrenirken bile hala direnişle karşılaştıklarını anlatanlar da var. Evin işini aksatmadıkları sürece buraya gelme izni olan var. Çocuğunu komşuya bırakıp gelen var. Günde iki posta , çeşmeden eve bidonlarla su taşımak için merkezden ayrılan var... Kocasının / babasının/ ağabeyinin direnişine karşın gelen var...
Geliyorlar çünkü....
Kendileri anlatsın daha iyi :
"Eskiden, evde kördüm, buraya geldim gözüm açıldı."... "Topluma giremezdim, dışlanmaktan korkardım şimdi korkmuyorum. Konuşuyorum. İstediğimi söylüyorum" ..."Çarşıya çıkınca ana caddeyi kullanamazdık hep ara sokaklardan geçerdik, şimdi caddeden başımız dik geçiyoruz"... "Artık sokaktakiler, alıştılar kadın görmeye." (Ömerli'deydik)
"Ben haklarıma öğrenmek, haklarıma sahip çıkmak için geliyorum buraya"... "Ben fizibiliteyi öğrendim. Piyasa araştırması yaptım .İpliği ucuz yerden almayı sağladım."... "Para kazandım ilk defa. Sipariş çoğaldıkça daha çok kazanıyorum. Doğrusu büyük zevk kendi paranı kazanmak."... "En çok sipariş kilime geliyor. Ben de kilimdeyim."
"Ben buradaki dayanışmayı seviyorum. Arkadaşlarla sonsuz bir dayanışma var."... "Birlikte gezilere gidiyoruz, bizim gezecek başka yerimiz yok ki."... "Tek sosyal aktivitem buraya gelmek."
"Ben sağlıkla ilgili hiçbir şey bilmiyordum." ... "Evet, evet, en çok sağlığımızı korumayı öğrendik."
"Ben Türkçe öğrendim burada"... "En çok annelerin Türkçe öğrenmesi lazım zaten."... "Ben çocuğun okuluna yardımcı olabilmek için geliyorum buraya."
"Yalnız dikiş, nakış değil, oturup kalkmayı, hareket etmeyi öğrendim ."
"Güneydoğu kadını çok beceriklidir ama hep bastırılmıştır. Yani güneşsiz kalmışız. Biraz ışık gördük mü, çiçek açıyoruz".Bunu söyleyen Gülbahar'dı. Arkadaşları takılmadan edemedi: "Gülbahar, şair olacak."
"Tek başıma Valiye çıkıp konuştum. Buraya gelmeseydim, bu cesaretim olur muydu?" Hasine söylemişti bunu. Ötekiler atıldılar "Vahide de çıktı Valiye, Media da..." "Ben artık Cumhurbaşkanına bile çıkarım. Hiç çekinmem.!"
Her birinin ayrı öyküsü vardı. Tek cümleyle söylemek gerekirse hepsi öğrendikleri artı değerler dışında, özgüvenlerini kazanmıştı.
Mardin'den ayrılmadan önce kadın, erkek, yetkili yetkisiz tüm Mardinlilere bir dilekçe vermek geçti içimden: Eski kenti tam ortadan boydan boya kesen ana caddenin adını sordum, "Birinci Cadde" dediler! İnanamadım!
Olacak şey mi bu! Yeni kurulmuş kentlerde olabilir Birinci Cadde, İkinci Cadde, Üçüncü Cadde ! Ama dört bin yıl hiç kesintisiz yaşanmış yerleşim merkezlerinde... Tanrı aşkına biraz düş gücü!
Nusaybin- Midyat
Dillere destan taşın çıktığı, taşın en çok işlendiği , taş işçiliğiyle ve gümüş telkari işçiliğiyle ünlü Midyat'da, hala SİT kararı alınamadığından, başı bozuk yapılanma sürüp gidiyor... Köylerde de yeni yapılanmalar var: İnsan yapılanmaları...Köylerini terkeden Süryaniler yavaş yavaş dönmeye başlıyor. (Çayırlı, Elbeğendi köylerine örneğin.) Ama terkedilmiş evlere, korucular yerleşmiş. Dilekçeler veriliyor, yurtdışında temsilciler seçiliyor. Müzakereler sürüyor. Rastladığım, dönüş yapanlar, " bu işin sonu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde" biter diyor.
Midyat-Nusaybin arasında 45 kilometrelik , yemyeşil ovalar, kavaklarla kaplı yamaçlar arasında, dağlar arasında, kıvrıla kıvrıla ilerleyen yolda, yanı başınızdan akan "Beyaz Su" , Çatak Çayı size eşlik eder. Bu suyu Mardin'e akıtmak için elli yıldır konuşulduğunu, ama hiçbir şey yapılmadığını öğrenirsiniz. Sağda solda tepelerde , terkedilmiş ya da boşaltılmış köyler görür kahrolursunuz. "Hayalet evlerde" sönmüş yaşamların izleri, kararmış taşlardan, kavrulmuş ağaçlardan yansır. Yolun sonunda Nusaybin'e vardığınızda, elinizi uzatsanız Suriye toprağını tutacak olursunuz. Ama uzatamazsınız. Mayın döşelidir.
Turizm Bankasının ilk kredileriyle gerçekleşen ve yirmi yıldır tüm yöreye hizmet veren ve hala yörenin en elverişli ya da konforlu Nezirhan Hotel'in sahibi Aziz Devrimci'yi tanımasaydım belki de Dara Harabelerini görmeye gitmezdim. Darius'un antik kenti, Büyük İskender'in yerle bir ettiği Dara (Oğuz Köyü) , İpek Yolu üzerinde. Rivayete göre Mezopotamya'nın ilk barajı, ilk sulama kanalları burada. Ben ancak zindanı, köprüleri, sarnıçları, su yollarını ve buradan alınan antik taşların yol ve köy evi yapımında kullanıldığını görebildim.
Mardin- Midyat- Nusaybin... Üçü arasında gidip gelirken hep aynı endişe, ayni tehdit insanların başı üzerinde Demokles'in Kılıcı gibi sallanıp duruyordu : "Amerika İrak'a savaş açarsa, buraları on yıl daha kendini toparlayamaz. " en çok duyduğum sözdü.
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler