Malatya’dan öte…
06 Kasım 2005 - Zeynep Oral -
Huyumuzdur. Bir olayın dehşetiyle sarsıldığımızda, parlarız, kükreriz; medyamız, bu sansasyonel ilginin, o çocuklar üzerindeki tahribatını düşünmeden konuyu sömürür; uzmanlar şöyle olmalı, böyle yapılmalı diye günler geceler boyunca tartışır; yetkililer, olacak , yapılacak diye bol caklı cuklu vaade bulunur…
Sonra… Sonra, bir bakarsınız… Koskoca bir tısss… Belleksiz toplum, unutuş labirentlerinde çoktan kaybolmuştur bile… Hiçbir şey değişmez… Belki biraz makyaj, o kadar… Taa ki bir başka dehşet olaya kadar!
Dilerim, Malatya’daki yuvada, hepimizi isyan ettiren işkence ve zulüm, bari bu kez bir şeylerin değişmesine vesile olur.
Hayır, hayır, Başbakanın , yuvalarda kız ve erkek çocukları ayırmak, birine kadın yöneticiler, ötekine erkek yöneticiler vermek gibi, çağdışı, çocuk pedagojisinden ve psikolojisinden bihaber, hastalıklı önerisini ciddiye almıyorum. Herhalde “kriz “ dönemlerinde Başbakanda sık sık rastladığımız bir dil sürçmesiydi. Ya da içinde gizlemeye çalıştıklarının zamansız, yersiz bir dışa vurumu…
Şu sıralarda, özellikle sosyal hizmet alanında çalışanlardan ne çok yakınma, şikayet, ihbar mektubu geliyor bilemezsiniz. Başta hepsinin yakındığı ortak nokta siyasi kadrolaşma. İl müdürlüklerinden tüm çalışanlarına, her yere İmam Hatip kökenliler yerleştiriliyor.
Diğer ortak yakınmaları şöyle özetleyebilirim:
İhalelere fesat karıştırılması, devlet bütçesinin kişisel giderlere kullanılması, yasadışı kazanç sağlama, sosyal hizmet birimlerinin “cemaat yuvaları”na dönüştürülmesi, “ehli değil” gerekçesiyle görevden alınanın, ilişkiler kullanılarak göreve iade edilmesi vb…
Ne yapmalı?
Tamam, Malatya’daki dehşet, aysbergin , göze görünen minicik bir bölümüydü…
Peki ne yapmalı ?
Bu soruyu Sevil Atauz’a sordum. Sadece sevdiğim ve güvendiğim bir sınıf arkadaşım olduğu için değil, yıllarını korunmaya muhtaç çocuklara, sokak çocuklarına adadığı için , Hacettepe Üniversitesi Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu Müdürü , Çocuk Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü olduğu için Sevil Atauz’a sordum.
Yanıtı açık ve netti: “Bu çağdışı sistem değişmeli. Çoktan değişmeli, yeniden düzenlenmeliydi” dedikten sonra, bir zamanlar benzer sorunlarla karşılaşan Macaristan ve Romanya’nın uyum yasalarıyla nasıl durumlarını düzelttiklerini anlatıyor.
Sevil Atauz’dan aldığım bilgiler şöyle: Bugün Türkiye’de bir ile bir buçuk milyon korunmaya muhtaç çocuk var. (Şimdiki sistemde bunların ancak yirmi bini korunuyor.) Bu çocukların yüzde 85’inin aileleri var. Ailenin çocuğunu yurda verme istemesinin başlıca nedeni, çocuk 18 yaşını bitirdiğinde devlet kurumlarında işe konulması. Yani ailelerin öncelikli kaygısı ekonomik, çocuğun iş ve aş bulması…
“Birinci tercihimiz, çocukları ailelerinin yanında koruyabilmek” diyor Sevil Atauz.” Ama Nasıl? Elbet, sosyal hizmetler sistemi içinde aileye destek vererek, aileyi denetleyerek, aileyi ve çocuğu sürekli izleyerek…
” Bir başka çok önemli yöntem, “Koruyucu Aile” uygulaması… “Bizde bu anlaşılmadı, doğru anlaşılırsa yaygınlaşır. Koruyucu Aile, uygulaması, evlat edinme değildir. Bir ailenin geçici bir süre için, kriz geçene kadar, kendi çocuklarıyla birlikte , korunmaya muhtaç çocuğa bakmasıdır. Korunmaya muhtaç çocuk, bu durumda kendi ailesiyle de ilişkisini sürdürür… Bizde 250 kadar koruyucu aile var. Ama bu yöntem doğru anlaşılırsa, ömür boyu sürmediği, miras olaylarıyla ilgisi olmadığı anlaşılırsa, çoğalacağına hiç kuşkum yok,” diyor.
Bizde 2 çocuk köyü , İstanbul Bolluca ve İzmir Barbaros çocuk köyü var. Bunlar olumlu modeller. İzmir’dekinin medyada en sansasyonel biçimde ele alındığını vurgulamaktan geri kalmıyor Sevil Atauz.
Yasa Tasarısı
Onu dinlerken , tüm anlattıkları içinde inanmakta en güçlük çektiğim, şimdi yeni sosyal hizmetler yasası hazırlanırken, bu konularda bilim üreten, bilimsel bakış getiren kurumlara danışılmamış olması… Aklınız alabiliyor mu? Hacettepe Üniversitesi’nde Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu var, ; bu konuda çalışıyor, eleman yetiştiriyor, düşünce üretiyor , ve yasa tasarısı hazırlanırken onlara danışılmıyor! Ne Ünüversiteye, ne sosyal hizmetler derneğine, ne de Çocuk Hakları Araştırma ve Uygulama merkezine!
“ Hayır, yasa tasarısını bize bile yollamadılar, hiçbir konuda bize danışmadılar, kamuoyunda hiç tartışılmadan, geçirecekler korkarım” dedikten sonra, “ oysa öyle geniş kapsamlı bir konu ki. Korunmaya muhtaç çocuklar arasında özürlüler , engelliler, suçla ilişkisi olanlar vb. var. Her birini ayrı ayrı ele almalı…İdeali ne olurdu, biliyor musun? Bir çocuk bakanlığı kurmak” diyor.
Sevil, düş görüyorsun galiba, dememle: “ Anımsa: Bir zamanlar kadın bakanlığı da sadece bir düşdü…” deyip, benim de sık sık kullanmaktan çok hoşlandığım bir tümce söylüyor: “Her şey düşlemekle başlamıyor mu…”
Umudunu hiç yitirmeyen, misyonu için çalışmasını ve emeğini hiç eksiltmeyen arkadaşıma, buradan kolay gelsin diyorum.
06 Kasım 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler