Linç… Silah… Şiddet…
08 Eylül 2005 - Zeynep Oral -
Tiyatro ve Yaşam… Kurmaca olan veYaşanmakta olan… Yanılsama ve Gercek…
Bunlar nasıl da içiçe, nasıl da birbirinden ayrılmaz bir bütün…Ten ve ruh , içimiz ve dışımız gibi… En baştaki “tiyatro” sözcüğünün yerine müziği, edebiyatı, şiiri, resmi, mimariyi, sinemayı, insanoğlunun tüm yaratıcı eylemlerini koyabilirsiniz, farketmez.
İşte bu yaratıcı dehalardan biri , tiyatro ve öykü dünyasının en sıcak , en içten, en “insani” ve bulutların üzerinde değil de, ayakları yere basan eserlerini vermiş olan Çehov söylemiş, oyun karakterlerine söyletmişti: Eğer sahnede bir silah varsa , oyun bitmeden o silahın mutlak patlaması gerekir, gerekecektir de…
Çehov için sahne, öykü alanı ve yaşam alanı bir bütündü. O gün bugün yalnız tiyatroda, sahnede değil, yaşamda da geçerli olan bu kuralı hepiğmizin içine yerleştirdiğinde, ileriye dönük kehanette bulunmuyordu. İnsan doğasını, toplum doğasını büyüteç altına alıyordu.
Çehov bu “altın kurallı” getirdiğinde, dünyanın silah harcamalarına yüz trilyon dolar harcandığı; bugün dünyadaki toplam silah satışlarının yüzde 75’inin yoksul ülkelere yapıldığı ; bu satış toplamının yüzde 86’sının Birleşmiş Milletlerdeki beş daimi üyeye, yani Fransa, İngiltere, Çin, Rusya ve ABD’ye ait olduğu gibi gerçekler yoktu ortada…
Ama sahnede bir silah varsa mutlak patlamalı… Yeryüzünde bunca silah varsa; ve bunca silahın üretiminden , satışından , geçimlerini sağlayan, refah düzeylerini yükselten , çıkarlarına çıkar ekleyen ülke varsa , yeryüzünden savaşların eksilmesini bekleyemeyiz. O silahlar mutlak patlamalı. Patlayacakdır da… Yeryüzünün yoksulları üzerinde… Emperyalizmin, kapitalizmin, sömürünün kuralı bu!
Eldeki silah, cepteki silah
Yeryüzündeki değil, ülkemdeki silahlanmadan söz edecektim ki, Çehov aldı beni peşnden sürükledi.
Elde silah, cepte silah, belde silah, torpido gözünde silah, maçta silah, Meclisde silah, düğünde silah, sünnet düğününde silah, kına gecesinde silah, asker uğurlamasında silah, cenazede silah, eğlencede silah, yasta silah varsa, mutlak patlayacaktır… Hasbelkader o yoldan geçenin, pencereden bakanın, balkonda oturanın, arabasında uyuyan bebenin, gencin, yaşlının yaşamını sonlandırmak üzere patlayacaktır.
Türkiye’de , bireysel silahlanmanın , son sekiz yıl içinde neredeyse yüzde dörtyüz arttığı; her on kişiden birinin silahlı olduğu açıklandı kısa bir süre önce. Bunlar süs oldun diye alınmıyor! Yine geçen haftanın açıklamalarına göre, Türkiye , beş milyar doları geçen harcamasıyla, silah ithalatında , son dört yılda, Tayvan, Çin ve Suudi Arabistan’dan sonra dünyada dördüncü sıradaydı. (Bir sürü konuda, örneğin ilk aklıma gelen, kadınların Mecliste temsil oranında dünya sıralamasında yerlerde sürükleniyoruz, son sıralardayız ama, silah ithalinde yarışı önde götürüyoruz! Aferin bize!)
Silah ithalatına harcanan parayla kaç okul, kaç hastane yapılabileceğinin hesabını size bırakıyorum!
Toplumsal şiddet
Elde silah, cepte, mecliste, düğünde, törende, eğlencede silah derken, yalnızca tabanca tüfekten söz etmiyorum. Kimi zaman eldeki sopa , cepteki yumruk , yürekteki öfke , en korkuç ateşli silahtan daha korkunç bir yok etme aracına dönüşebiliyor. Bireysel şiddet , toplumsal dehşete dönüşüyor.
Son zamanlarda örneklerine sık sık rastladığımız linç olaylarından , linç girişimlerinden söz ediyorum.
Eğer sahnede bir silah varsa , oyun bitmeden mutlak patlayacaktır.
Eğer yüreklerdeki öfke, ezilmişlik duygusuyla, yoksulluk ve yoklukla, haksızlığa uğratılmışlık inancıyla, güvensizlikle, devlet mekanizmalarına, adalete, yasalara asla güvenilemeyeceği bilinciyle perçinleşmişse , o silah patlayacaktır. Kişi, kendi önlemini almaya, kendi güvenliğini sağlamaya , kendi yöntemleriyle uygulamaya yönelecektir.
Bunlar asla “linç” dehşeti için “özür” değil. Ancak , hele hele, bir ülkede şiddet sıradanlaşmışsa, olağan diye kabul ediliyorsa, Meclis’teki adamdan, polisine, gazetecisine şiddetle yükselmiş ve yüceltilmişse, yaygınlaşmasına belki de şaşmamak gerek…
Ne yapmalı ?
Sakın kimse beni Türklerin “At, avrat, silah” tutkusuna inandırmaya çalışmasın. Ortalıkta at yok, ata binen yok. Avratlar ya kendi çileleriyle boğuşuyor ya da magazin dünyasının ulaşılmazları arasında… Geriye silah kalıyor.
Ne yapmalı? Bu sorunun yanıtını elbet belli başlı şu konularda arayalım: Eğitim, toplumsal adalet, hukukun üstünlüğü , ekonomik dengesizliği, bölgesel dengesizliği ortadan kaldırmak , gelecek korkusu ve endişesini gidermek… (Şiğddet dışı eğitimi her derecedeki eğitim kurumlarına yerleştirmek için daha ne bekliyoruz, anlamış değilim! )
Bu uzun vadeli, çok boyutlu girift sorunlara çare ararken , çok daha somut ve acilen alınması gereken önlemlere de yönelebiliriz: Biran önce bireysel silahlanmayı önleyecek yasaları çıkartmak … Silah ruhsal alım satımını kısıtlamak… Silah kullanım cazalarını arttırmak (silah amacına ulaşmış olsun ya da olmasın) … Kamu otoritesinin şiddeti onaylamadığını göstermesiyle de işe başlayabiliriz. Linç girişiminde bulunanları teşhir etmekle kalmayıp (zaten televizyon kameraları onları yeterince teşhir ediyor ) peşlerini bırakmamak…
(Şiddet uygulayan polisin cezalandırılmadığı bir ülkede , medyanın şiddeti körüklemesine şaşmamak gerek! )
Ancak bütün bunları yapabilmek için “benim linçcim iyidir, bana karşı olan linçci kötüdür” görüşünden vazgeçmeli. Ve herşeyden önce , baştakiler, meclistekiler şiddeti, silahı lanetlediklerini, içi boş demeçlerle, göstermelik “show”larla değil, inanarak ortaya koymalı. Hazır “imanı bütün” bir hükümet varken, bu inanç, şiddet karşıtlığı , herşeyin önüne geçmeli.
4 Eylül 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler