Menü

Leningrad


11 Haziran 2000 - Zeynep Oral -

Beyaz Geceler...

"Nastenka, Nastenka, sizi seviyorum" diye sayıklıyordu , Dostoyevski'nin her an düş kuran kahramanı "Beyaz Geceler" boyunca. Topu topuna dört gecede yaşamıştı sonsuz aşkı, ama bir ömür boyunca o mutluluktan pay almayı, mutluluğunu gizli bahçesinde büyütmeyi bilecekti... "Sizi unutmak mı? Asla ! Asla! ... Ah Tanrım! Ne uzun zaman dilimidir, yaşam süresince bir anlık mutluluk! "

Anlık mutluluklar değil miydi yaşamı bunca zengin , bunca güzel , bunca yaşanılası kılan...

Petersbourg'da çoktan akşam oldu... Ama gökyüzü hala Nastenka'nın yüzü kadar, kahkahaları kadar aydınlık.

Her sokağın sonunda, her köşe başında, her geniş meydanın arkasında, karşıma sular çıkıyor. Neva nehri, nehir kolları, kanalları çepeçevre saran ağaçlar arasından görüyorum güneşi. Gece güneşi çok alçakta. Ağaçların gölgesi uzadıkça uzuyor. Gölgeler, suların aynasında çoğalıyor. Hüzünlü, solgun bir güneş ama yine de , güneşe doğru bakarken elimi gözlerime siper ediyorum. Ve o bir anlık jest, (gecenin on birinde güneşe bakmak için elimi alnıma götürmem) yeryüzünün harikuladeliğini içime yerleştiriyor. Yani mutluluğu...

Biraz önce Marynsky Tiyatrosundan çıktım. Kentteki üç "Kuğu Gölü" balesinden biri burada sunuluyordu. Marynsky, dünyanın en ünlü opera ve bale topluluğu...Sovyet döneminde adı Kirov olan topluluktan izledim eseri. Bordo kadifelerin, kristal avizelerle, altın sarısıyla kaynaştığı mücevherden farksız salonda oturmuş, önümdeki bu sahneden gelmiş geçmiş Anna Pavlova, Fokine, Nijinsky, Galina Ulanova, Nureyev , Barışnikov'ları düşünüyordum. Ve şimdi sahnede yer alan genç kuğuların onların geçtiği yollardan geçtiğini, yüzeli yıllık birikimi omuzladığını biliyordum. Mükemmellik , o yolların , o birikimin sonunda ulaşılan bir doruktu...

Sokak lambaları henüz yanmadı. (Gece 12'ye doğru yanacak) Oysa biran önce yansın istiyorum. Çünkü sokak lambaları, dövme demir işçiliğinin, en güzel örnekleri. Usta ellerden çıkmış görkemli avizelerden, ince narin şamdanlardan farksız. Tıpkı köprülerin kenarlıkları gibi , köprü başlarını tutan heykeller gibi... Dövme demirin mermer ve granitle kucaklaşmasından, barok sanatı kazançlı çıkıyor. Ayrıntıların zenginliği, köprülerden gelip geçen yolcuların mutluluğuna dönüşüyor.

Marynsky Tiyatrosu'nun tam karşısında Rimsky-Korsakov Konservatuarı... İkinci beyaz gecemde , kentteki yirmi konser arasından birini, Mozartium Filarmoni Orkestrasından Vivaldi'nin "Dört Mevsim"ini orada değil, Büyük Konser Salonunda izleyeceğim. Solist kemancı Valeri Barisov'un özgür yorumuyla kanatlanacağım. Konser sonunda , konseri düzenleyenlerden ya da resmi yöneticilerin çiçek buketleri değil, dinleyicilerin kucaklarındaki çiçekleri utangaç adımlarla sahne önüne ilerleyip şefe , soliste vermelerini izliyorum.

Konserde çocuk dinleyicileri gördükçe, içimden "Nastenka, Nastenka, sizi seviyorum" diye haykırmak geliyor. Geleceğin düş kurucuları , şimdiden hazırlanıyor yaşama... Dostoyevski'nin değil, Puşkin'in peşine takılıyorum. Konser salonunun tam karşısında onun heykeli var. Öldüğü günkü kadar genç ve alımlı duruyor karşımda.

Dostoyevski ve Puşkin , ikisi de , sürgün dönemlerini saymazsak, bu kentte üretmişlerde en ünlü eserlerini. Yaşadıkları evler, gittikleri okullar, kiliseler, soludukları odalar neredeyse birer mabede dönüşmüş... Mabedlerden Rus çocuklar geçiyor en çok. Kentin en büyük kitapçılarında , en geniş bölümler de çocuklara ayrılmıştı ve en çok onlar kitap alıyordu. Yiyecek dükkanlarından çok, kitapçıların dolup taşmasına şaşmamak gerek. Kendi başına bir dünya olan Hermitage Müzesinde de en çok onlara rastlayacaktım.

Puşkin'in o ölümcül düelloya gitmeden önce son akşam yemeğini yediği "Edebiyat Kahvesi"nde oturmuş, güneşin batmasını bekliyorum. Nevski Caddesi , sabahki kalabalığından arınmış. Birazdan güneş batacak, sokak lambaları yanacak. Ve bir başka ayin başlayacak: Nehrin, kanalların üzerindeki köprüler tek tek açılacak, gemilere, anılara, aşklara, hüzne ve sevince yol verecek...

İşte güneş battı, şehir ışıkları yandı. Geceyarısı... Ama yine de zifiri karanlık değil. Gökyüzüne asılı laciverdi bir bahçe... Çok sürmeyecek bu lacivert... Birazdan , sabaha karşı saat dörtte güneş yeniden doğacak, gölgeler uzamaya başlayacak. Ama bu arada , Raskolnikov'la Nastenka , aynı romanda değilse de, yüreğimde, sürdürecek fısıldaşmayı...

Beni Moskova'ya götürecek ekspres tren çoktan kalktı. Yataklı vagonumun penceresinden geceyarılarının , lacivert ormanların , ışıklı göllerin geçişini izliyorum. Beyaz geceler geride kalıyor...Yüreğimde, adı Leningrad ya Petersburg olsa da , mucizevi sevinçleri, korkunç acıları, umudu ve umutsuzluğu değişse de , kentin değişmeyecek olan kültür birikimi. Asla kurumayan, uçsuz bucaksız akan , adına sanat dediğimiz o ulu ırmak...

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.