Menü

Kandıra...


19 Şubat 2012 - Zeynep Oral -

Bazı yerlerin, yörelerin adı, benim içim bir semt aldı olmaktan çoktan çıktı. Örneğin, 12 Eylül darbesinden bu yana "Mamak" dendi mi, "Metris" dendi mi benim aklıma İstanbul ya da Ankara'nın bir semti değil, faşist darbenin zulmü ve cezaevleri geliyor...

Korkarım, ileride torunlarım Silivri ya da Kandıra dediklerinde, aklıma yine cezaevleri gelecek... Böyle böyle, günün birinde tüm Türkiye dev bir Cezaevine dönüşecek diye korkmuyor değilim doğrusu...

Kandıra F Tipi Cezaevi'nde Ragıp Zarakolu'nu ziyaret izlenimlerimi iki gün önce okudunuz. Bugün, o günün başlangıcına ve sonrasına dönüş yapıyorum.

Sabahtı, soğuktu...

Sabah 8'de Mecidiyeköy'de PEN Yönetim Kurulundan arkadaşlarımla bir kahvehanenin önünde buluşacaktım. Erken varmışım, içeri girdim. ... Avucumda sıcacık çay bardağı, kahvehanenin önünden gelip geçenleri izliyorum:

Millet işe yetişme telaşında. Her yaşta, her kılıkta, kadınlar erkekler... Atkılar, burna kadar çekilmiş... Adımlar hızlı, eller cepte... Nefes, havaya karıştığı anda beyaz dumana dönüşüyor...

O anda ne savcı, mit, cemaat kavgası, ne başbakanın sözleri... Erdoğan dedi ki, Kılıçdaroğlu dedi ki, kimsenin umurunda değil... O anda tek kaygı, buz tutmuş kaldırımlarda kayıp düşmemek; yoldan geçen araçların fırlattığı çamurdan korunmak... İnanın bana tek kaygı işe yetişmek, işi kaybetmemek, hastalanmamak, akşama eve sağ salim dönmek ... Bir de çocuklara daha iyi bir hayat, bir de şu borçlar nasıl ödenecek.... Bir de bu kadar yorgun olmasam... (Endişeler , korkular listesini dilediğiniz kadar uzatabilirsiniz...)

İnsan yoldan geçenleri gözlemleyip , bunu düşününce horoz dövüşüne dönüşen bütün o politik çekişmelerin ne denli anlamsız olduğunu bir daha görüyorsunuz...

Sohbet hakkı

Ayni günün akşamına doğru, Kandıra Cezaevinden gazeteye döndüğümde önüme yığılmış postamdan iki mektup dikkatimi çekti. İkisi de Kandıra ‘dan geliyordu. Bu kez 1 NOilu cezaevinden. Benim bir buçuk saatte gittiğim yolu, mejtuplar 15-20 günde aşabilmişlerdi. İki ayrı tutukludan. Ama ikisi de benzer sözlerle yazılmış.

Şu anda yapmakta olduğum, iki mektuptaki görüşleri özetleyip tutukluların seslerini duyurmaya çalışmaktan başka bir şey değil:

1-) "F tipi hapishanelerde 12 Yıldır koyu bir tecrit uygulanmaktadır. "

2-) "Yasal olarak hakkımız olan haftada 10 saat, sohbet hakkı kesinlikle uygulanmamaktadır. "( Bir mektup ayrıntı da veriyor:) " Adalet Bakanlığının 22 Ocak 2007'de uygulama sözü verdiği haftada 10 kişi +10 saat yerine , sohbet hakkımız ayda 7.5 saat ile sınırlandırılmış durumda..." (dikkat! Haftada değil ayda 7.5 saat) "Bunun dışında tüm zaman 1 ve 3 kişilik hücrelerde kimseyi görmeden, konuşmadan, duymadan geçiyor."

Her iki mektup da, "Tecrit Zulmüne son" ve "Sohbet Hakkı uygulansın" diye sona eriyor.

Neden mi bu mektuplara elçilik görevini üstlendim? Adını sanını bildiğimiz, kimi arkadaşımız olan tutukluların seslerini kamuoyu şöyle ya da böyle duyuyor... Ya adlarını sanlarını bilmediklerimiz, ya tanımadıklarımızi, arkadaşımız olmayanların sesleri ???

Cumhuriyet- 19 Şubat 2012

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.