Menü

İstanbul'dan farklı bir "Elektra" oyunu geçti...


25 Mayıs 2010 - Zeynep Oral -

Minimalist Japon Estetiği…

Tiyatro sanatının, önünde sonunda,  ardı kesilmeyen, sonu gelmeyen, binlerce milyonlarca olasılık arasından yapılan seçimlerin bir araya gelmesiyle oluştuğunun ilginç örneklerinden biriydi “Elektra” oyunu…

Baştan başlayayım:

Uluslar arası İstanbul Tiyatro Festivali çerçevesinde , bu yıl Onur Ödülünü de alan Tadashi Suzuki’nin   tasarlayıp, yönettiği bir oyundu "Elektra".

Euripides’ten Sophokles’e, mitolojik olayı ele almış nice oyun var.  Elektra, Agamemnun ile Klytemnestra’nın kızıdır. Babasını öldüren annesinden intikam almak için kardeşi Orestes’i kullanır, vb…  Malum,  Sigmond Freud  kız çocukların babaya aşırı düşkünlüğü ve anneyle rekabete girişmesini “Elektra kompleksi”  diye adlandırmıştır…   Dönelim tiyatroya … Yönetmen seçimini  en dramatik  , opera metninden yana yapmış ( Euripdes- Hofmannsthal.)  Onu da iyice kesip biçmiş…

Metinler bir bahane

Tadashi Suzuki , sadece ülkesi  Japonya’nın değil, dünyanın sayılı yönetmenlerinden biri.   İstanbul festivallerinde daha önce  sunduğu Ivanov ve Dionisos adlı oyunlarından onu hatırlayabilirsiniz…  Ben o iki oyunu da çok iyi anımsıyorum, şimdi  ondan üçüncü oyunu da izledikten sonra , rahatlıkla şunu söyleyebilirim:  Kullandığı metinler sadece bir “bahane” … Kendi dünya görüşünü, sunabilmek için bir “bahane”… Bu dünya görüşü oldukça karamsar. Çelişkiler çoğu kez gelip umutsuzlukta düğümleniyor.

Dünkü Cumhuriyet’te, Özlem Altunok’un sorularını yanıtlayan Tadashi Suzuki hem bu dünya görüşünü , hem de “Elektra”yı oturttuğu çerçeveyi ayrıntılarıyla anlatıyordu o nedenle tekrarlamayacağım…  Elektra ve yakın ailesini, metafor olarak kullandığı akıl hastanesine yerleştirmesi bile, dünya görüşünü yeterince açıklıyor zaten:

Yönetmenin, klasikleri kullanma nedenini, kendi tiyatrosunu sunarken , “ortak bir dilden yararlanma”  olarak özetleyebilirim.

Hayvansı enerji

Tadashi Suzuki sadece bir yönetmen de değil, kendi  adını verdiği bir  oyunculuk eğitiminin, bir yöntemin, “ Suzuki Aktör Eğitimi Metodu”’nun yaratıcısı…

Bu metodun özü, Japon geleneksel Noh Tiyatros’nun kimi öğelerini  günümüze taşımak.  Oyuncunun "iç sesini", "iç enerjisini dışa vurmak" … Kendi deyişiyle, her insanın içindeki “hayvansı enerji”yi  çok disiplinli, çok incelikli, çok uzun süren çalışma ve egzersizlerle dışa vurmayı öğrenebilmek. Bir bakış, bir el hareketi için oyuncuların aylarca çalıştıklarını biliyorum…  Bu nedenle de onun topluluğunda her oyuncu "baş rol oyuncusu".

Yine geleneksel Japon tiyatrosundan aldığı ritim duygusunu , tüm oyunlarına taşıması, yönetmenin başlıca özelliklerinden biri.  

Yukarıda vurguladığım iki özellik, “Elektra”  oyununa tümüyle egemendi. Bu iki özellik ayrıca, sahne estetiğini de beliriyordu. Bu iki özellik, fiziksel bir gerçeğe dönüşüyor  sahneyi yeni baştan biçimlendiriyordu.

Oyunun başından sonuna sahnenin bir köşesinde  geleneksel çağdaşa uzanan  irili ufaklı  vurmalı çalgılar yer alıyordu. Oyunun müziğinin bestecisi ve icracısı Midori Takada da  onların başında… Ancak söz ettiğim ritim sadece vurmalıların, müziğin ritmi değil.  Oyunu biçimlendiren ,  tekerli sandalyelerde hareket eden ayakların, bacakların ritmi, ellerin kolların ritmi,  devinimin ritmi… Sonra  seslerin ritmi,… Sonra   alınıp verilen nefesin ritmi…

 Tekrar tekrar  yinelenen bu ritim, kimi zaman  ağırlığını göz kapaklarınıza taşısa da , (Japon vurmalılarının böyle bir etkisi hep var bende!)  “kreşendo”lar yani  duygu patlamaları o ağırlığı alıp götürüyor!

Sahne estetiği

Sahneye egemen olan minimalist bir estetikti.  Yani tümüyle “Japon ruhuna” uygun….

Arkadaki dev pano, o panoda beliren resim, o panodan süzülen ışıklar, ışığın kullanımı,  her oyuncuya ait spot ışık , sahneye girip çıkan tekerlekli sandalyeler, sepetler ve çalgılar dışında,  sahne üzerinde kalıcı dekor ve aksesuar olmaması…

Elektra  (Yoo Jeong Byun) ve  kardeşi Orestes’in (Yoichi Takemori)  vahşi hayvanları andıran giysileri, birbirini tamamlayan  birininsuskunluğu ve delici  bakışları,  ötekinin sesi, her ikisinin de iç  seslerini, iç enerjilerini dışa vurmaları…

Anne Klytemnestra’nın da tekerlekli sandalyede olması,  dağları yerinden oynatan çığlıkları … “Malbro” yazılı çantası ve kıpkırmızı dudakları   gibi   ayrıntılar…  

Oyun boyunca  tekerlekli sandalyedeki hastalar olsun, hemşireler olsun , hem koro görevi yapmaları hem  Elektra’nın düşlerini  dışa vurmaları…

Sahnedeki her minicik hareket…

Bütün bunlar sahne estetiğini tamamlayan öğelerdi…

“2010 Türkiye’de Japon Yılı” etkinliğine, Japon Hükümeti Kültür  İşleri Ajansına   ve olayın sponsoru Sony’ye  destekleri için sonsuz teşekkürler!

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.