İş adamı mı, Sanatçı mı?
29 Ocak 2010 - Zeynep Oral -
Onat Kutlar, Şakir Eczacıbaşı’ya soruyordu: “Siz kendinizi nasıl görüyorsunuz?”
Kültür ve sanat yaşamımızın eşsiz insanlarından biri, sevgili arkadaşım Onat Kutlar, Cumhuriyet gazetesinde pazar günleri yayımlanan “Gündemdeki Sanatçı” başlıklı muhteşem yazılar yazardı. Bu yazılar, Onat’ın aramızdan ayrılışından sonra Yapı Kredi Yayınları tarafından aynı başlık altında kitap olarak yayımlandı.
Onat Kutlar, Şakir Eczacıbaşı’yla ilgili yazısında ona, “Siz kendinizi nasıl görüyorsunuz? Bir iş adamı mı, bir sanatçı mı?” diye soruyordu. Onat’ın Orson Welles’in filmine gönderme yaparak “Muhteşem Amberson” başlığını koyduğu yazısının tümünü almak olanaksız. Onat’ı ve Şakir Bey’i bir araya getiren yazının kimi bölümlerini sizlerle paylaşıyorum.
NECATİGİL’İN KAPISINDA BİR DELİKANLI
Şakir Eczacıbaşı’nın, oldukça karmaşık ve zengin kişiliğini kavramak için sanırım epey gerilere, 1952 yılına gitmek gerekli.
1952 yılının bir güz gecesi, saat 23.30-24.00 sularında Behçet Hoca’nın Beşiktaş’taki ahşap evinin kapısı vuruldu. Bu hem zarif, hem hafif bıçkın tavırlı büyük şair yatmak üzereydi. Biraz kaygılı, biraz kızgın kapıyı açtı ve karşısında yirmi yaşlarında, yapılı bir delikanlı gördü. “İsmim Şakir Eczacıbaşı,” dedi delikanlı, “Vatan Sanat Yaprağı’ndan geliyorum. Yarın Şan Sineması’nda Hoffman’in Masalları başlıyor. Hoffman konusunda bize bir yazı yazar mısınız?”
Öneri ilk bakışta epeyce münasebetsiz görünüyordu. Necatigil tam, “Bu saatte...” diye söze başlayacaktı ki genç adam heyecanla ekledi: “Biz Vatan’da sanat olaylarını anında kamuoyuna yansıtmak istiyoruz. Bu yüzden bu yazıyı bu gece bekliyoruz. Acaba bize bu jesti yapar mısınız?”
Şakir Bey, Necatigil’in yüzündeki şaşkınlık ve kızgınlığın yerini bir gülümsemenin aldığını hatırlıyor. “Yazarım,” dedi Behçet Necatigil. Şairliğinin yanı sıra Alman Edebiyatı’nın da gerçek bir uzmanı olan ünlü sanatçımız, bu genç adamın yapmak istediği şeyi hemen kavramıştı.
1950’li yıllarda, benim gibi birçok gencin de yapıtlarının ilk kez yayımlandığı “Vatan Sanat Yaprağı”nın önemini o dönemin edebiyat ve sanat çevreleri çok iyi biliyor. “Vatan bir günlük gazeteydi. Bu yüzden orada bir sanat dergiciliği değil, bir sanat gazeteciliği yapmak istiyorduk” diyor Şakir Eczacıbaşı.
O yıllarda sanat ve edebiyat çevresinden çok değerli dostluklar edindi Şakir Bey. Necatigil’den başka, başta Sait Faik olmak üzere, Sabahattin Eyuboğlu, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Bedri Rahmi, Melih Cevdet Anday ve daha niceleri.
İzmir’de doğan, ortaöğrenimini Robert Kolej’de, yükseköğrenimini ise İngiltere’de yapan, İzmirli ünlü Eczacı’nın yaşayan en küçük oğlu, artık sanat dünyamızın en faal ve renkli kişiliklerinden biriydi.
FOTOĞRAFLAR ARASINDA KAYBOLMUŞ BİR İŞADAMI
Dünya sinematekçiliğinin babası, Fransız Sinemateki’nin kurucusu ve her şeyi Henri Langlois ile Şakir Eczacıbaşı... Bu dostluk nasıl kuruldu?
“1962 yılı olmalı” diyor Şakir Bey. (…) “Langlois ile tanıştık. Beni büyük bir heyecanla karşıladı. ‘İşte sonunda beklediğim an geldi’ dedi, ‘Nerede Türkiye?’... Soruyu önce anlamadım. Açıkladı Henri Langlois: ‘Yeryüzünün en büyük kültür birikimlerinden birine sahip olan bu ülkenin sineması nerede?’ O gün, ülkemizde bir Sinematek’in kurulması konusunda anlaştık. Gerisini biliyorsun...”
Evet. Tabii. Sonunda Henri’ye, Chaillot Sarayı’ndaki Dünya Sinema Müzesi’nin kapısına Yılmaz Güney’in büyük boy bir fotoğrafını astıran, İstanbul’da on iki yılda üç bine yakın büyük sinema klasiğinin gösterilmesini sağlayan, dergiler, tartışmalar, paneller ve inanılmaz güzellikte bir sinema atmosferiyle hatırlanan Sinematek serüvenini, Şakir Bey’le birlikte yaşadığımız için çok iyi biliyorum elbette.
Farklı nehir yataklarından geçerek aynı yerde buluşmuştuk. (…)
Şakir Bey’i, Levent’teki fabrikanın geniş yönetim odasında ilk gördüğümde epeyce şaşırmıştım. Yardımcılarından Vedat Bey’le birlikte binlerce fotoğraf arasında kaybolmuştu. Ünlü Eczacıbaşı takvim yıllıklarının ilkini çıkarmak üzere hazırlık yapıyorlardı. Şa¬kir Bey arada sırada fabrikanın işleri ile ilgili olarak çalan telefonla¬ra kısa yanıtlar veriyor, sonra aralarında kendisinin de bulunduğu fotoğraf sanatçılarımızın gökkuşağı renkleriyle dolu dialarına dalı-yordu. (…)
“Hep büyük düşündünüz,” diyorum gülerek.
“Büyük düşünmek değil. Gerekeni yapmak. Bir şeyi gerçekleştirirken engelleri aşmaya, dünya standartlarına ulaşmaya çalışmak.” (diyor.)
...
“Peki Şakir Bey, siz kendinizi nasıl görüyorsunuz? Bir işadamı mı, bir sanatçı mı?” Bir kahkaha daha atıyor. “İkisini de çok ciddiye alıyorum” diyor. Ama sonra gene yılların bir başka çok yakın dostu Abidin Dino’nun bir esprisini anlatmadan edemiyor. Abidin onu bir gün Fransız heykelci hanımla tanıştırıyor. Hem bir işadamı hem de sanatçı olduğunu söylüyor. Kadın gülümsüyor, “Demek ki fotoğrafçılık hobiniz...” “Hayır” diye araya giriyor Abidin, “Hobi olan işadamlığı...”
Abidin Dino doğru söylüyordu; Onat Kutlar doğruyu yazıyordu. Şakir Bey için sanat asıl işi, hobisi işadamlığıydı.
Cumhuriyet - 29 Ocak 2010
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler