Irkçılığı ve Şiddeti İçselleştirdik mi?
04 Ekim 2009 - Zeynep Oral -
Ceylan öldü. Lice’li Ceylan. 12 Yaşındaydı. Koyunları otlatıyordu. Sonra bir havan mermisi Ceylan’ı hedef aldı.… Bedeni paramparça oldu. Bedenin her bir parçası saçıldığı yerde kaldı. Taşta, toprakta, ağaç dallarında… Savcı ve jandarmanın gelmesi beklendi. Gelmediler. Ceylan’ın anası da bekledi köylülerle birlikte. Kimse gelmedi. 7 saatin sonunda köylülerle birlikte anne de yavrusunun parçalarını eteğine topladı. Karakolun bahçesine götürdüler…
İnsanın yüreğini dağlayan bu ve başka ayrıntıları günlerdir gazetelerden okuyorum. Mehmet Faraç’ın gazetemizdeki “Ceylan!...Kuzu!... Ve Kurt!...” başlıklı yazısını okurken çığlığımı tutamıyordum. Mehmet Faraç’ın şiirsel dilini, destansı anlatımını bir yana bırakıp en çıplak sözcükleri seçip o ayrıntıları bin kez tekrarladım kendime. Tıpkı şimdi yaptığım gibi…
Hayır, Ceylan’ın yerde bulduğu bir silah, patlayıcı madde, bastığı mayın olamazdı. Çünkü paramparça olan küçük bedenin, ayakları ,elleri ve başı sapasağlam kalmıştı.
Bingöl Valisi “PKK mayınından” diyordu; köylüler , İnsan Hakları Kuruluşları, hemen yakındaki askeri tabur ve karakola işaret ediyordu. Silahli Kuvvetler, o gün o saatte havan atışı yapılmadığını açıklarken DTP’ Diyarbakır milletvekili Gültan Kışanak , Tayip Erdoğan’a çok geniş kapsamlı soru önergesi veriyordu. Halen sıfıra sıfır elde var sıfır!
Ceylan geçen Pazartesi sabahı saat 11:00 de vurulmuştu. Ceylan’ın anası Hülya Avşar, Seda Sayan değil ki anında bütün gazeteler ve televizyon kanalları olay yerine gitsin, bangır bangır hesap sorsun… (Aklıma gelen ilk 2 ismi söyledim başka popüler isimler de olabilirdi.)
Ceylan öldü. Bu vurulan ne ilk ne de son Ceylan… Şiddetten kendimizi arındırmadıkça daha çoooook çocuk vurulacak! Gerisi laf-u güzaf …
İki gün önceki “Şiddettin neresindeyiz?” başlıklı yazımda farklı şiddet eylemlerinden yola çıkıp, Pınar Selek’in “Sürüne Sürüne Erkek olmak” ve Amargi’nin “Kadınlar Dile Gelince” kitaplarını okuyanlar, bu soruyu daha bilinçli yanıtlayabilir , diyordum… Yerim sınırlıydı, bıraktığım yerden devam ediyorum…
Bu sayfanın okurları bilirler: Yıllardır “barış eğitimi” üzerine yazarım. Bir çoğumuz bu konuda öğretmenleri eğitir, seminerler verir. “Biz “ dediğim- Winpeace- yani Türkiye- Yunanistan Kadın Barış Girişimi…
Milli Eğitim bakanlıkları da buna sıcak bakar. Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde kurulan Barış Merkezi, yine WİNPEACE ile gerçekleştirdiğimiz, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ın her iki kesiminden öğrencilerin katılımıyla yapılan yaz kampları, çeşitli okullarda da uygulanan, Robert Kolej’in hazırlık sınıflarında verilen “barış eğitimi”, bence hep o çabadan kaynaklanan başarı öyküleridir.
“Barış eğitimi” dediğimiz şey, şiddeti dışlamanın yollarını öğrenmektir. Bu eğitimle özetleyecek olursam, önyargılar kırılır, “yabancı” ve “öteki” anlamaya çalışılır, öfke denetimi, kendiyle barışık olmak öğrenilir. “Barışın insanın kendi içinde başladığı” öğrenilir.
Barış, savaşsızlıktan öte bir kavramdır. Barış, eylemsizlik değildir, bir eylem biçimidir. Bu eylem, şiddetten arınmayı içerir. Ve inanın bu öğrenilebilir.
Son zamanlarda bu eğitimi karalamaya çalışanlar var. Bilimsel yöntemlerle, eğitim uzmanlarınca hazırlanmış bu dersleri, bilmeden, anlamadan yalan yanlış, kulaktan dolma ve şekilcilikle ele alıp karalamaya çalışanlar bence ırkçılığı , yabancı düşmanlığını , kendi gibi olmayandan, kendi gibi düşünmeyenden nefret etmeyi içselleştirmiş olanlar!
Son günlerde gazetelere yansıyan, Frekans araştırma şirketinin yaptığı kamuoyu araştırması toplumumuzda ırkçılığın, yabancı düşmanlığının, ötekine nefretin boyutlarını ortaya koyuyordu. (O araştırmadaki bir çok soru, bizim “Barış Eğitimi” programımızdaki sorularla örtüşüyordu. )
Sonuçlara çok kimse şaşırdı. Aaa, nasıl olur, biz ırkçı değiliz, Türk konukseverliği, yabancı hayranlığı falan filan… Geçin! Irkçılığı ve şiddeti öyle içselleştirmişiz ki, sorgulamak bile aklımıza gelmez olmuş! Sonuçlara ben hiç şaşırmadım. Çünkü uzman arkadaşlarımın verdiği “Barış eğitimi” derlerini izlemek ve oradaki tepkileri yakından izlemek fırsatını bulmuştum.
Artık Ceylanları yok etmek istemiyorsak, bir an önce polis, asker, jandarma kuruluşlarına, imam hatipler dahil olmak üzere tüm okullara barış eğitimini koymak, şiddetten arınma yöntemlerini millete öğretmek zorundayız!
Göze göz dediğimizde, hepimizin körleşeceğini bilmiyor musunuz?
Cumhuriyet- 4 Ekim 2009
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler