Menü

Irak'sız Irak işgali...


26 Mart 2010 - Zeynep Oral -

Ölümcül Tuzak ya da Sinemayla beslenen ideoloji…

Kısaca “Oscar” diye bilinen “Akademi Ödülleri”nde, yalnız sinema tarihinin değil, tarihin “makus talihi” bu yıl tersine döndü. Ve nihayet, evet nihayet bir kadın yönetmene Kathryn Bigelow’ya en iyi yönetmen ödülü verildi. Seksen iki yıllık Oscar tarihinde bu ödüle aday gösterilen dördüncü kadın yönetmendi. Ondan öncekiler Lina Werhmüller (Yedi Güzeller), Jane Campion (Piyano), Sofia Coppola (Bir Konuşabilse) bu ‘şansı’ yakalayamamışlardı! Hele hiçbir anı, hiçbir duygusu gözlerimden ve yüreğimden silinmeyen o muhteşem “Piyano” filminin yönetmeninden esirgenen ödülün, yıllar sonra, Kathryn Bigelow’ya verilmesi beni hem sevindirmiş hem de meraklandırmıştı. Hayır, henüz filmi görmemiştim…

‘DINCK CHENEY AKADEMİ ÜYESİ Mİ?

Dikkatimi ilk çeken, arkadaşım Nedim Göknil’in Sinema Sanatları ve Bilimler Akademisi üyelerine seslendiği, bir kopyasını bana da yolladığı mektubu oldu. Bu mektupta, Nedim Göknil, “Ölümcül Tuzak” filmini geçen yıl izlediğinde üzerinde hiçbir etki bırakmadığını, Oscar ödülünü aldıktan sonra yeniden izlediğinde ise, ABD ordusunun Irak işgalinde, operasyona verdiği ad gibi, tam bir ‘şok ve dehşet’e düştüğünü anlatıyordu.

Bu filmi seyreden Amerikalıların, ABD’nin kendi ‘demokrasi’sini götürdüğü Irak ya da öteki ülkelerin, Afganistan, Kamboçya, Vietnam, Somali vb. insanları için ne hissettiklerini, ne düşündüklerini sorguluyordu. Şefkat, öfke, utanç, pişmanlık, acıma, duygudaşlık?

Yıllarını insan ilişkilerine, ‘halkla ilişkilere’ adamış Nedim Göknil, mektubun sonundaki “Post Scriptum”da ABD’nin eski savunma bakanı ve “Çöl Fırtınası”nın mimarı Dick Cheney’in akademi üyeleri arasında yer alıp almadığını ya da filmin yapımcıları arasında olup olmadığını sormaktan da geri kalmıyordu.

 

Merakım daha da arttı, kendimi ilk iş “Ölümcül Tuzak”a attım.

‘CİCİ ASKERLERİN’ PEŞİNDE

“Ölümcül Tuzak”ı izledim. Gerçekten ölümcüldü! Tuzaktı!

İki saat boyunca, ha patladı ha patlayacak bombaları imha etmekle görevli birtakım sıradan Amerikan askerinin peşine takılıyoruz.

Bunlar cici askerler. Saldırmıyorlar, öldürmüyorlar, vurmuyorlar, kırmıyorlar, işkence etmiyorlar, toprak işgal etmiyorlar, işgal ettikleri topraklarda yaşayan kadınlara tecavüz etmiyorlar, bebekleri öldürmüyorlar, girdikleri evleri talan etmiyorlar, yakıp yıkmıyorlar…

 

Ya ne yapıyorlar? ‘Kötülerin’, ‘düşmanın’, ‘teröristlerin’ (yani Iraklıların) sivil halkı hedef alan bombalarını imha ederek kurtarıcı kahramanlar rolünde bol bol alkışlanıyorlar!

El insaf! “Yavrum iyi de senin burada işin ne?” diye sormak, kimsenin aklına gelmiyor mu, gelmemiş mi?

Tamam, filmin senaryosu, ‘iliştirilmiş’ yani yaltaklanmış bir gazetecinin kitabından yola çıkmış…
Tamam, yönetmen, savaşın ahlaki boyutuyla, daha doğrusu ahlaksız boyutuyla ilgilenmemiş…
Tamam, yönetmen bu işgalin yalanlarını, tartışmalarını hepten yok saymış… Sadece ve sadece gerilimi yüksek tutan bir aksiyon filmi yapmak istemiş… Ama olmaz ki, bu kadar da yalan söylenmez ki...

Biliyorum bir sanatçıyı yapmadıklarıyla değil, yaptıklarıyla değerlendirmeli. Ama bir bütünün bir zerresini büyüteç altına alıp, gerisini yok saymak, silmek nasıl bir etik anlayıştır?

Aynı filmi New York ya da Teksas’ın göbeğinde, Nevada ya da Nebraska çöllerindeki bombaları imha etmeye çalışan bir ekibi anlatan bir senaryo ile de yapabilirdi. Ama o zaman nah Oscar verirlerdi!

SİNEMA VE İDEOLOJİ

Sinema sanatı oldum olası ideolojilere en büyük hizmeti veren sanat olmuştur. Her film politiktir. Siz istediğiniz kadar efendim ne politikası, sadece eğlencelik, vakit geçirmeye yarar deyin… Yok öyle şey.

Siyasetten en uzak duran, en ‘masum’ film bile, bir dünya görüşünün, bir değer ölçüleri hiyerarşisinin ürünüdür. Belli bir sistemi, bir bakış açısını, bir yaşam biçimini savunur, önerir, yüceltir ya da yok sayar, karşı çıkar… Siyasetten en ‘uzak’ sandığınız filmler bile egemen güçlerin, iktidarın sözcülüğünü yapar… Belli ideolojilere hizmet eder. (70’li yıllarda biz bu söylediklerimi, Onat Kutlar’dan, Atilla Dorsay’dan, Sungu Çapan’dan öyle iyi öğrendik ki, unutmama imkân yok!)

Bakmayın son yıllarda “ideolojiler öldü” söylemlerinin ağır basmasına… Ölen bir şey yok!

Daha yenilerde, Başbakan Erdoğan sinema sanatçılarını, oyuncularını toplayıp, onlardan kendisini ve güttüğü politikayı onaylamalarını istemedi mi?

Sinema sanatçıları, siz siz olun, kullandırtmayın kendinizi!

 

Cumhuriyet - 26 Mart 2010

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.