İlhan Selçuk'tan okumalar
25 Haziran 2010 - Zeynep Oral -
DÜŞÜNCE USTASI... SÖZ USTASI... YAZI USTASI...
İlhan Selçuk’tan okumalar
Günlerdir, İlhan Ağabey’in düşüncelerini, dik duruşunu, dünya görüşünü, ilkelerini, ideallerini, mücadelesini yazıyoruz, okuyoruz… Ben bugün, bütün bunlardan ayrı düşmeyen, düşüncelerini ve duygularını ifade ediş biçimine, onun söz ve yazı ustalığına dikkatinizi çekmek istedim… Tüm alıntılar “Japon Gülü” kitabındandır:
YAŞAMAK ÜZERİNE
“Yaşamak nedir?” Balık için yüzmektir, yılan için sürünmektir, kuş için uçmaktır.
Kimsenin aklına “Kuş neden uçuyor?” diye bir soru gelmez; “Balık neden yüzüyor?” ya da “Yılan neden sürünüyor?” Peki, insanın insan gibi yaşamak istemesi neden çoğu kişiyi şaşırtıyor? (…)
İnsanın insanlaşma dönüşümünde çaba göstermesi, varoluşu¬nun doğasındandır.
İnsanoğlu özgürlüklerini genişletmek ister, demokrasiyi derin¬leştirmek için çabalar, tüm devrimlerin kazanımlarını savunmak ve sosyal adalete doğru yeni atılımlarla yürümek insanın öylesine doğasındadır ki bu tutum ve davranışlar, balığın yüzmesi, kuşun uç¬ması, karıncanın çalışması, ipekböceğinin kozasını örmesiyle eşan¬lamlıdır. “İnsan gibi yaşama”ya yönelmek veya yönelmemek bizim elimizde değildir; bu yoldaki engelleri aşmaya çabalamak, varoluşumuzun bilinci ve mutluluğumuzun gerekçesidir.
Ama insanın insanlaşmasına karşı çıkanlara ne diyelim?
Tarihin hangi döneminde insanın insanlaşmasına karşı çıkanlar olmamış ki? Bu da doğaldır, evren diyalektiğinin gereğidir; kertenkelenin ya da yılanın niçin süründüğüne şaşıyor muyuz?
“DİL ÜZERİNE
“İnsanın kişilik yolunda onurunu kazanması kolay değildir; bir çaba işidir.
Dilimiz bizim kişiliğimizin dışavurumu için bir araçtır. Eğer ben kendi dilimi yabancı dillere karşı savunamıyorsam, uygarlığın ulaştığı ufukları kendi dilimde vurgulayabilmekten yoksunsam, ki¬şiliğim eksik kalır. Eğer, bilimde, sanatta ve kültürde yaya kalabiliyorsam, kişiliğim öteki uluslar karşısında geriliyor demektir. Eğer özgür düşünceden ve eleştirel akıldan uzaklaşıyorsam ve başka bir devletin güdümünde yaşamaya razıysam, alnıma vurulacak damga iki sözcükten oluşur:
- Şahhhsiyyetsiz herif!
Güdülmek; köleleşmek, insanlıktan istifa etmek demektir; yalnız kişinin sorunu değildir; toplumun, halkın, ulusun, devletin sorunudur. Bir ulus için bağımsızlık, uygarlığa eşit katılma olanaklarını sağlamak içindir.
Eğer ‘karşılıklı bağımlılık’ istiyorsan, önce bağımsız olmak zorundasın. Uşakla efendinin ilişkileri de karşılıklıdır; ama, eşit değildir.
Keyfimizden bir savaşım sürecinde değiliz; ister istemez bu uğraşın içindeyiz. Kişilik savaşımıdır bu...
Kimliksiz insan, varoluşuna ters düşer.”
“SÖZCÜKLER ÜZERİNE
“Dilin, yaşama ayak uydurmak için musikiye ne kadar gereksinmesi olduğunu düşündüm. Bir sözcük söyleniş biçimine, bağlamına, tınlamasına, vurgusuna göre binbir anlam kazanabilirdi. (…)
Söz gelimi tutkuyla işkence yapan bir görevli ‘nasılsın’ sözcü¬ğünü zulmün dışavurumuna dönüştürebilir. Filistin askısıyla duva¬ra çakılmış bir sanığa cezaevini denetleyen yetkili sorabilir:
- Nasılsın?
Sözcüğün sonundaki ‘N’ harfini işkencenin pedalına basarak uzattın mı anlam zenginliği çeşitlenmez mi? Acımasızlık? Alay? Me¬rak? Kin? Nefret? Küçümseme? Aşağılama? Tümü yumaklaşıp dokulaşır. İnsanın ruh hali bir eczane terazisinde tartılamaz, her bir duy-gunun ağırlığı sayısallığa dönüştürülemez; ama o anda tek sözcüğe nelerin sığabileceğini düşünmek güç değildir. (Başka örnekler verdikten sonra…)
Anlaşmazlığın suçlusu dil değil elbet. Dil, insanların düşünce¬lerini birbirlerine aktarmaları için oluşturuldu. Anlaşmazlık da so¬nuçta bir anlaşmadır, insanların anlaşamadıkları konusunda anlaş¬maları dil aracılığıyla gerçekleşir. Ancak benim en çok şaştığım, in¬sanlık 2000 yılına yaklaşırken Türkiye’de insanların söyledikleri ya da yazdıkları üç beş tümce yüzünden beş on yıl cezaevine yollanmalarıdır. Böyle ilkelliklere yol açmak için mi insanlar dili oluşturdular?..”
“YAZI ÜZERİNE
“Birden yazının cansız bir kâğıtta kara harflerle dizilmiş ölü bir şey olmadığını duyumsadım.
Canlıydı yazı...
Ya da canlanmıştı.
Soluk alıp vermeye başlamıştı, tıp tıp tıp atıyordu yüreği. Ha¬ni kimi zaman insan yatakta yatarken yüreğinin atışını her yanında duyar; kulağında, boynunda, şakağında, göğsünde. Yazının nabzı ge¬cenin içinde atıyordu; sıcaktı teni, bedeni uyumluydu; girintileri, çı¬kıntıları, çevreye yaydığı ısı, açılıp kapanan göz kapaklarının ardın¬dan bir görünüp bir kaybolan gözleri ve gölgeli kirpikleri...
Konuşuyordu yazı, anlatıyordu; kimi zaman alçak bir sesle fı¬sıldıyor, kimi zaman yükseltiyordu sesini; tümcelerin her birindeki sözcükler sabırla işlenmiş bir takının üzerine uyumlu biçimde yer¬leştirilmiş mücevherler gibiydi. Hiçbir sevgilinin dile getiremeyeceği duyguları yatağıma getirmişti.
Yazının canlanışı, ancak bir başka canlanışı, bir başka canlıyla temasa geçebildiğinde gerçekleşir.
Yazı öyle bir yaratıktır ki, soluğunu duyarsanız varlığını da du¬yumsamaya başlarsınız. Kimi zaman sesini yükseltir yazı, kimi zaman çığlıklar atar, koşmaya başlar, deli gibi eser, savrulur, sonra durulur, yorulur, birden yeniden tazelenir, her okuyanla birlikte yeniden do¬ğar, dirilir, çiftleşir, çoğalır, ürer, türer.
Uzak denizlerin dibinden çıkarılmış paha biçilmez bir inci gi¬bidir yazı...
Eğer gerçek bir inci hep kutusunda saklanırsa ölür. İnci, insan teninin sıcaklığını arar. Kadınlar bunu bilirler, inciyi kutusundan çı¬karıp arada sırada boyunlarına takarlar ki tenleriyle temasa geçsin, oradan hayat suyunu alarak tazelensin.
Yazı da ancak insanla temasa geçebildiğince canlanır, tazelenir, yaşayabilir.”
Cumhuriyet- 25 Haziran 2010
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler