Menü

İçimizdeki Şiddet...


28 Mart 2008 - Zeynep Oral -

Tam gazetenin önündeydim. Ana caddede değil, dar sokakta. Ancak tek arabanın geçebildiği dar sokakta... Gazeteye girmek için karşı kaldırıma geçmem gerek... Tek sıra otomobil zinciri zaten gıdım gıdım ilerliyor... Tam karşıya geçerken...  Taksi hızla üzerime geldi. Sürücüsü  "Taliban sakallı" yaşlı bir adam. Üzerime üzerime  sürüyor;  bakışından ve ağzını oynatmasından  okkalı bir küfür salladığını çıkartıyorum. Karşıdan karşıya geçmeme mi sinirleniyor, kadın olduğuma mı, yoksa başımın açık olduğuna mı, anlamış değilim!  Yüreğim ağzıma gelmiş, ama aynı zamanda tepem atmış durumdayım!

O an  dar sokağın ortasında, tam ortasında duruverdim. Taksi de durmuş, mecburiyetten!   Ellerim belimde, ayaklarımı asfaltta kenetlenmiş avaz avaz haykırıyorum:  Hadi gel ez beni! Ezsene! Daha ne duruyorsun!  Hadi çiğne geç!

Millet durmuş bana bakıyor, kadın sapıttı diye!

O an, içimden taksi sürücüsünü boğazlamak geçiyordu. Evet gidip sakallı adamın boğazını sıkmak! Olmadı taksisine zarar vermek! Zaten ne zamandır  kaldırımı işgal eden, yanlış park etmiş otomobiller gördükçe  elime geçirdiğim herhangi sivri bir şeyle (neden bıçak olmasın!) arabayı boydan boya çizmek ya da aynasını kırmak, sileceğini koparmak falan geçiyor içimden... Daha neler neler geçiyor ama yazmaya utanırım!

 Barış  bireyde başlar

Karşıdan karşıya geçme öykümü anlatma nedenim, hepimizin içinde şiddete meyilli ne varsa son günlerde daha bir yoğunlaştığını paylaşmak içindi!

Tam da İlhan Selçuk'un  siyasetçilere  gerilimi  düşürmek için işbirliği  ve sağduyu çağrısını başlattığı günlerdeydi...

Siyasetçi değilim ama, "Hey Zeynep kendine gel!" dediğimi  anımsıyorum! Derhal "Barış Bireyde Başlar" kitabını önüme çekip, kendimi şiddeti dışlama yöntemleri üzerine eğitimden geçirdim! Ardından  Şefik Asan'ın "Barış  Kültürü" adlı kitabını okumaya başladım!

Tamam bu hükümet beni bile şiddete yönlendiriyorsa, yine de  şiddetin içimizde, her bireyin içinde başladığını unutmamam gerek!
Unutmamak için, hatırlamak için  sanatsal etkinliklere daha sıkı sarıldım.

Ustalara Saygı

Akatlar Kültü Merkezi'nde Ayla Algan ve Beklan Algan için düzenlenen "Ustalara Saygı" gecesi  muhteşemdi. Tahminlerimin tersine  izleyicilerin büyük bir bölümü gençlerdi.  Ustaların öğrencileri...

Tüm konuşmacılar  farklı sözcüklerle, farklı anlar ve anılarla ortak noktaları vurguladık:

60'lı yıllardan başlayarak Beklan Algan'ın  tiyatromuzda açtığı ufuklar, bu sanat alanının  sınırlarını  yıkması, tiyatroyu "yenilemesi"  başta olmak üzere  sayısız katkılar...  Ama belki de en önemlisi  sadece tiyatro yapanları (oyuncu, yönetmen, yazar, tasarımcı vb.) değil, tiyatro seyircisini de  düşünceye yöneltmesi...

Ayla Algan'ın  ise salt oyunculukta ustalaşmakla yetinmeyip, "oyunculuk" anlamlarını çoğaltması. Her ikisinin de eğitimciliği... Her ikisinin de Muhsin Ertuğrul'la ilişkileri;  onun ideallerini sürdürmeleri; hoca-çırak ilişkisini genç kuşaklara aktarmaları... Her ikisinin de risk almaktan korkmamaları... Ve birbirlerini tamamlamaları...

O akşam, Beklan Algan'ın 1974'de  Şehir Tiyatrosu Deneme Sahnesi'nin açılışı için kurguladığı ve  sahnelediği, benim metnini yazdığım "Adsız Oyun"u anlatmak bana düştü. "Adsız Oyun"un sonunda üç "adsız kahramanımız"  yani Deniz Gezmiş,  Hüseyin İnan,  Yusuf Aslan idama gidiyordu. Baktım toplantıdan sonra kimi gençler en çok gelip o konuyu soruyorlar bana. "Hatırla Sevgilim" dizisi mi diye düşünmekten kendimi alamadım.

Ustaları kucakladığım bir başka etkinlik de  birinci "Erdal Öz Edebiyat Ödülü"nün  Gülten Akın'a verilmesi nedeniyle  Pera Müzesi'ndeki toplantıydı.  26 Mart'ta,  Erdal Öz'ün yaşgünündeydi. Geçen hafta söylediklerimi tekrarlamayacağım. Ancak  Can Öz'ün "Eğer, bugün babam burada olsaydı..." konuşması;  Jüri başkanı Tahsin Yücel'in Can Yayınları'nın genç Türk yazarlarının önünü nasıl açtığını vurgulayan sözleri ve  sahnedeki minicik dev kadın Gülten Akın içimdeki tüm şiddeti aldı götürdü  yerine yalnızca insan sevgisini yerleştirdi.   

Handan Börteçene'nin tasarımı olan ödül heykelciğini  havalara kaldırmaya belki Gülten Akın'ın kol gücü yetmedi ama, başta Erdal Öz olmak üzere, yazarlarımızı, şairlerimizi, edebiyatı ve  şiiri kucaklayan Gülten Akın'ın yürek gücü orada hazır bulanan herkesin ayaklarını yerden kesti!

Gülten Akın'a bakarken onun şu son elli yıllık şiir serüvenini "görüyordum" ve   dünya ve ülkem güzeldi, dirençliydi, umutluydu.  
Haftanın bir başka etkinliği Yekta Kara'nın İstanbul Devlet Operası'nda sahnelediği  Belli'nin "I Capuleti e I Montecchi" operasıydı.  (İki gün önce Evin İlyasoğlu ayrıntılı yazdı) Benim vurgulamam sahnedeki şiddet olayına! Keşke erkeğin kadına şiddeti bunca tekrarlanmasaydı, cinsel değil toplumsal şiddet ön planda olsaydı! Yekta Kara bu durağan operadan da yine bir "spectacle" ve görsel şölen çıkartmıştı.  Aylin Ateş (Romeo), Otilya İpek (Giulietta) ve Caner Akın (Tebaldo) gibi şancıları dinlemek  sonsuz bir keyifti!

Hepinize şiddetsiz günler dilerim.

Not: Yarın  Ankara Kitap Günleri'nde (Atatürk Kültür Merkezi'nde) hem söyleşim hem de imza günüm var. Yolu oralara düşenleri beklerim...

Cumhuriyet – 28 Mart 2008

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.