Menü

Hiroşima: Yarına bir uyarı !


14 Nisan 2006 - Zeynep Oral -

Amerikan  Hava Kuvvetlerinin saldırıları  Japon kentlerini çoktan yerle bir etmişti. Artık Japonların yenilgisine kesin gözüyle bakılıyor , bir an önce teslim olmaları bekleniyordu. 5 Ağustos gecesi, geceyarısından hemen sonra  hava saldırısının habercisi sirenler  bu kez  Hiroşima’da duyuldu. Millet sığınaklara koşuştu. Sabaha karşı 02:10’da tehlikenin geçtiği bildirildi. Herkes evine döndü.
Çevredeki kentlerden, sanayi kuruluşlarından, lise ve üniversitelerden Hiroşima’ya gelmiş “Gönüllü Gençlik Birimleri” o sabah saat yedide işe başladı. İşleri , sığınak kazmak, hava saldırılarına dayanamayacak bölgelerin boşalmasını sağlamak, buralardaki yaşlıları, çocukları  daha güvenilir yerlere taşımaktı. Pırıl pırıl bir hava vardı.

Saat 7:09’da , radyodan Hiroşima semalarında dört B-29 uçağı görüldüğü anonsu yapıldı.  7:30’da, “uçakların gözden kaybolduğu, geri gelmediği, tehlikenin geçtiği” bildirildi.  Aynı anda, uçakların birinden  Amerikan  Hava üssüne “hava pırıl pırıl- tek bulut yok- plana devam” mesajı geçiliyordu. Ebet, Hiroşima’dakilerin bunu bilmelerine olanak yoktu.

Saat 8’i geçmişti ki, Hiroşima  Merkez Radyosu’nda o sabah görevli olan  spiker Masanobu Furuta  “Acil uyarı” mesajını aldı. Canlı yayına bağlanmak üzere koridorda koşarken elindeki mesaja bir göz attı. “Saat 8:13. Ordu Bölge Komutanlığından bildirilmiştir: Üç büyük düşman uçağı  yaklaşmakta olup…” Mikrofonun düğmesine basıp yayına girdi. Cümleyi  tamamlayamadı…  

6 Ağustos 1945 sabahı saat 8:15’te dünyanın ilk atom bombası , Hiroşima kentinin 580 metre üstünde patladı. Havada oluşan çapı 100 metrelik ateş topu,saniyenin onbinde bir süresinde 300 bin santigrat ısıya ulaşıp çevreyi kavurdu. O anda yerdeki sıcaklık 6 bin dereceydi.    .

Sonra… Sonra hiçlik, sonra ölüm, sonra yokluk…
Sonra.. Yeryüzü var oldukça, hiç ama hiçbir insanın belleğinden silinmeyecek olan bir ad:  Hiroşima … “Benim adım Hiroşima” olacak tüm unutmaların, tüm anımsamaların adı…

Ya bugün, ya  yarın ?
Kiyoto’dan Hiroşima’ya giden  hızlı trende, ama neden, insan neden görmek ister ki Hiroşima’yı diye soruyordum kendi kendime…
Bu sorunun tek yanıtı vardı. Gitmezlik edemeyeceğimden gidiyordum  Hiroşima’ya…

Hayır 6 Ağustos 1945 sabahı saat 8:15’de yaşananları , sonraki saatlerde, sonraki günlerde, sonraki  yıllarda yaşananları, o acıları, o ayrıntıları yeniden yaşamak, o acılara neden olanları yeniden lanetlemek, insanlığın utanç labirentlerine yeniden dalmak için  gitmedim  Hiroşima’ya. Gitmezlik edemeyeceğim için gittim.
Bir buçuk milyon nüfuslu kent bugün bir “Barış Parkı”na dönüşmüş..  Kent yeni baştan imar edilmiş .Yıkımı, cehennemi, o günü olduğu gibi koruyan tek yapı var.  Eski Sanat Merkezi, Sanayi Ürünleri Merkezi, Hiroşima Promosyon Merkezi  bugün “Atom Bombası Kubbesi” diye biliniyor.

İki nehir arasında kalan Barış Parkı’nın olduğu gibi, müzeden, kentin yeniden inşasından birkaç gün önce sözünü ettiğim Mimar Kenzo Tange sorumlu.
Müzede savaşa ve atom bombasına ilişkin tüm ayrıntıları , tüm tanıklıkları  ve cehennemi yeniden yaşıyorsunuz. Ayrıntılara girmeyeceğim. Ancak Müzede olsun,  olsun , Barış Parkına dağılmış sayısız anıtta, heykelde, kayada, taşta ağaçta olsun (Örneğin, Barış Tanrıçası heykeli,  Barış Kulesi, Barış Çeşmesi, Barış Saati , İlk Okul çocukları, Üniversite Öğrencileri anıtları,  Gönüllü Gençlik Birimi,  İşçiler Tepesi, Dostluk  anıtı vb.) beni en çok etkileyen şu oldu:

Hiroşima, geçmişin gölgesinde kalmayıp, o geçmişe karşın, her anıtta, her köşede,  her kaya, her ağaç, her yapıda,  geleceğe yönelik  uyarı görevini  yerine getiriyordu.

Her an vurgulanan şuydu: Neden Atom bombası atılmıştı?  Gülümsediğinizi görür gibiyim:  Savaşı bir an önce bitirmek için; daha çok kan dökülmesini önlemek için, Sovyetlere gözdağı vermek için, vb… Hayır, müzede olsun, müze dışında olsun  Hiroşima’da  hep, her yerde vurgulanan şuydu:  Çünkü bu nükleer silah bir kez yaratılmıştı, geliştirilmişti , öyleyse denenmesi gerekiyordu!
Hiroşima’da her yerde aynı çığlık yükseliyordu: Bugün de dünyada nükleer denemeler sürüyordu… Oysa Atom bombasının yeniden bir daha kullanılmasını önlemenin tek yolu vardı.: O da yeryüzünde bu deneylere  son vermek!
Hiroşima’da  nükleer silah saati : 6 Ağustos 1945 ‘de saat 18:15’de durmuştu.  Ama işleyen bir başka saat daha vardı: Hiroşima’da olduğum gün  ABD’nin son nükleer denemesinden bu yana yalnızca 22 gün geçmişti.

Sadako’nun kuşları

Sadako Sasaki, bir kız çocuğun adı.  Hiroşima’ya atom bombası atıldığında 2 yaşındaydı.   Kent dışında  bir köyde yaşıyordu. Ölmedi…  Savaşın bitiminden  on yıl  sonra  Sadako hastalandı.  Hastaneye kaldırıldı.  Radyasyon sonucu lösemi…  Japonya’da bir inanca göre” kağıttan bin adet turna kuşu yapmak, insana  şans getirirdi” . Sadako  “origami “ sanatının en popüler ürünü olan kuşlarını yapmaya başladı. İnanıyordu ki  iyileşecekti. Ailesi, hastahane yetkilileri ona bin kuşu çoktan tamamladığını hiç söylemediler. O hep bin adet kuş yapmaya çalıştı…
Sadako’nun küçük bedeni  kağıt kuşları yapmaya sekiz ay dayandı.  Onun ölümünden sonra sınıf arkadaşları  Sadako’nun ruhunu özgür kılmak için kağıt kuş  yapmayı sürdürdü.  Sonra bir okul daha, bir okul daha, bir okul daha, bir okul daha…

Japonya’nın her köşesinden üç bin iki yüz okul , kağıttan turna kuşları yolladı Hiroşima’ya,  bir daha yeryüzünün hiçbir yerinde, hiçbir çocuk, atom bombasından, radyasyondan ölmesin diye.
“Çocukların Barış Anıtı” 1958’de açıldı.   Yüksek bir kulenin tepesinde   bronzdan bir kız çocuğu kollarını  gökyüzüne açmış, ellerinin  arasında  altın bir turna kuşu tutuyor.  Kulenin  içinde dev bir çan… Çanın bir yanında “Kağıttan Bin Turna Kuşu”, öte yanında “Dünyada Barış, Cennette Barış” yazılı.   Kulenin çevresinde rengarenk kağıttan binlerce, milyonlarca   turna kuşu…
Sadako’yu ve kuşlarını  ellerimle, gözyaşlarımla, soluğumla okşadığım, kucakladığım gün, ilkokul çocukları gelip anıtın çevresinde oynuyor,  o koca  çanı çalıp duruyorlardı.  “Bir daha asla” diye çalıyordu çan. “Bir daha asla” diye ötüyordu tüm kağıt kuşlar… 

Bitirirken
Japonya  yolculuğum sona ermek üzere…
İlk kez gidilen bir ülkede  on gün içinde edinilen izlenimler  ne denli sağlıklı olabilir  doğrusu bilemiyorum… Hayatı boyunca Japonya’da yaşamış bir arkadaşım “Şu çılgın Japonları , ben 60 yıldır çözemedim, sen on günde çılgınlıklarını anlayabildinse, aferin “  demişti, neredeyse dalga geçerek…  Ona verdiğim yanıtı sizinle de paylaşabilirim: “Evet ama ben, bilim adamı Bozkurt Güvenç’in ‘Japon Kültürü’ adlı muhteşem kitabını okumuşum yıllar önce, yolculuk boyunca da yanımdan ayırmamışım!”  İnanın, müthiş bir avantaj sağlıyor insana! (Teşekkürler Bozkurt Güvenç!)
Yine de Japonya’dan dönerken, giderkenkinden bin kat daha çok soru vardı aklımda ve yüreğimde…

Şu son zamanlarda gençlerin enternet aracılığıyla bir araya gelip intihar etmeleri  nedendi? Bunalımdan? Yalnızlıktan? Umutsuzluktan? Ölümün “güzelliğine” ibadet etmekten? Yoksa kimilerinin dediği gibi “zenginlik hastalığı”mıydı?  Belki de  Samurayların soylu “hara-kiri” geleneğinin bir devamı?  Bilmiyorum… BU konuyu herkesle konuştum, hep farklı yanıtlar aldım…

Teknolojide bunca ileri giden bir toplumda , yeryüzünün ikinci büyük ekonomisinde, nasıl olur da  tüm dış görünüme karşın kimi şeyler hiç ama hiç değişmezdi?  Örneğin kadınların ikincil durumu ?  Ancak hemen belirteyim : Meclisteki temsil oranında bizden kat be kat üstünler. İki Meclis var. Temsilciler Meclisinde 480 temsilcinin 43’ü kadın. Senato’nun 242 üyesinden 33’ü kadın…  

Bir yanda  en popüler ve  milli sporunuz, güce dayalı Sumo  olacak (bin kiloluk  sumo güreşçilerini gözünüzün önüne getirin)  dünyaya Aikido, Kiudo, Kendo, Judo Karate gibi  dövüş ya da korunma sporlarını armağan edeceksiniz, öte yanda  bir çiçeğin fotoğrafını çekmek için, bir çin vazosundaki çatlağı incelemek için   saatlerce kuyrukta bekleyeceksiniz… Bu da biraz çılgınlık…
En iyisi bu soruların yanıtlarını  aramak için , ben yine Japonya’ya gideyim… 

                                                          Bitti

14 Nisan 2006- Cumhuriyet

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.