Menü

Hiç Bitmeyen Tiyatro Büyüsü…


09 Haziran 2006 - Zeynep Oral -

Her güzelliğin bir sonu var… 15. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali sona erdi diye içimde bir hüzün, bir hüzün… Alışmıştım, her akşam dünyanın öbür ucundan ya da hemen buradan yanı başımızdan bilmediğim “dünyaları” keşfetmeye… Alışmıştım, her oyun çıkışında o bir türlü dağılmak istemeyen gençlerle sohbet  etmeye, oyunları tartışmaya… Alışmıştım, “tiyatro öldü, ölüyor” diye vaaz verenlere inat, o ağzına dek dopdolu salonlarda   sahnenin büyüsüyle  kanatlanmaya…

“Dikmen Gürün” Markası
Bu yıl festivalle,  Uluslararası Tiyatro Olimpiyatları’nın  ve “Fransız Baharı”nın bütünlenmesi , büyük bir şanstı.  Festival kapsamının büyümesini,  programın geniş bir yelpazeye yayılmasını sağladı.   Dile kolay : Dört hafta boyunca,  yurt dışından on, yurt içinden on beş  oyun olmak üzere 70’in üzerinde gösteriyi  25 bin kişi izledi… Bence yaşanan duygu yoğunluğu , bu sayılardan çok daha önemli…
Bu şölenin baş mimarı Tiyatro Festivali yöneticisi  Dikmen Gürün. Yaptığı seçimlerle, birikimiyle, dünya tiyatrolarıyla  ve tiyatrocularıyla kurduğu sağlam ilişkilerle, perde gerisindeki binlerce sorunu hiç “çaktırmadan” halletme yeteneğiyle , sabrıyla,  kanımca o artık bir “marka” oldu.  Bu markada en kesin olan şey nitelikten ödün vermemesi… 

Dikmen Gürün’ün festival çerçevesinde  hem dünya çapındaki anlı şanlı toplulukları, hem de adını sanını hiç duymadığımız gençleri aynı platformda bir araya getirebilmesi ; uluslararası ortak yapımlarla , yurt içindeki toplulukların yurt dışına açılmalarını sağlaması;  yeni arayışları desteklemesi;  atölye çalışmaları ve seminerlerle tiyatronun eğitsel boyutuna  yer vermesi; hep başarı hanesine yazılan gerçekler.

Bu yıl festivalde, yönetmenlerin ve oyuncuların katılımıyla 7 sempozyum düzenlendi. Ayrıca,  Teodoros Terzopoulos, Peter Brook, Ferruccio Soleri, Jan Fabre, Bruce Myers, Cullberg Balesi ve Tadashi Suzuki  gibi büyük isimler,  çeşitli Atölye Çalışmaları gerçekleştirdiler, çağdaş tiyatronun farklı yöntemlerini atölyelere katılanlarla  paylaştılar.

Japonya’dan Litvanya’ya
Festivalin son üç günündeki  3 oyuna kısaca değinmek istiyorum.
Japon yönetmen Tadaşi Suzuki’nin yönettiği ve tasarladığı Çehov’un “Ivanov”u, bence festivalin en mükemmel oyunlarından biriydi. Neredeyse tüm oyunu Ivanov’un iç çatışmasına , kendisiyle hesaplaşmasına  ve  karısı Anna’yla ilişkisine odaklayan Suzuki, oyunun tüm öteki kişilerini  “sepet –insanlara” dönüştürmüş ya da onları tekerlekli sandalyeye bağlamıştı.  Önyargılarımızın , değer ölçülerimizin, çatışmalarımızın, kabuslarımızın kökü, kökleri  bizdeydi, içimizdeydi.

Başka bir yerde değil. Kafamızdaki, yüreğimizdeki, ruhumuzdaki “sepetlerde”!  Sahnede eşsiz bir estetik, olağanüstü  bir bütünlük, anlama anlam katarken ben bir yandan da kendi içimdeki “sepetleri” düşünürken buldum kendimi.
Dünya tiyatrosu’nun  “harika çocuğu”, Litvanyalı Eimuntas Nekrosius’un “Othello”sunu  izlerken ağlayacağımı söyleseler inanmazdım!  (Bu devirde Othello’da ağlamak! Üstelim kendi ülkem “namus cinayetleri” altında inim inim inlerken!)  Belki daha ekonomik ve bütünsellik içinde anlatımı yeğlerdim ama iki olağanüstü oyuncunun Vladas  Bagdonas (Othello) ve Egle Spokaite (Desdamona) performansı ve kurdukları ilişki görülecek bir şeydi. Fazlasıyla genç ve tüy gibi hafif , uçucu (bence, kesinlikle  dans eğitimi görmüş olmalı ) Desdamona’nın yanında , Othello  farlılığını, yabancılığını, ve “öteki” olma durumunu yaşlılığından  ve kişiliğinden alıyordu. Bu ikisi arasındaki aşk, tutku ve beyni kemiren zehir, hiç bu denli somut , elle tutulur olmamıştı…

Şahika Tekand
Festivalin son oyunu  Studio Oyuncularının sunduğu Şahika Tekand’ın yazıp yönettiği “Euridice’nin Çığlığı”ydı.  Şahika Tekand’ın dünyanın bir çok ülkesine götürdüğü ve büyük ilgiyle karşılanan  “Oidipus Üçlemesi”nin bu sonuncu oyununda, şimdiye dek hep susan Euridike , artık “yeter” diyor.

“Tiyatro” olgusunu vurgulayan; “oyunu”  her daim öne çıkaran, olağanüstü bir çalışmanın, sonsuz bir disiplinin  ürünü… Gerek koronun gerek tiplemelerin her an yanıp sönen ışık  altında , ışığa karşı kullandıkları ses ve yüzleriyle , ışıkla yarışarak, çok hızlı devinimlerle, her an risk aldığı bir oyun. Sarsıcı ve etkileyici.  Ancak bu yöntem,hele çok yüksek sele birleştiğinde ,  metindeki çok önemli tartışmayı, savları  izlememizi güçleştirmiyor değil.
Oyundan bir gün önce ünlü Yunanlı yönetmen Terzopoulos, hayretler içinde “Şahika Tekand gibi bir sanatçının nasıl olur da  tiyatrosu olmaz? Devlet ona neden tiyatro vermiyor?” diye bana soruyor, ardından ona dönüp, “Atina’ya gelin, biz size tiyatromuzu verelim, orada çalışın !” diyordu.  Ben havalara bakıyordum…
İstanbul Tiyatro Festivali sona erdi.  “Festivalde “tiyatro yapma” yollarının sonsuzluğunu gördük…  İki yıl sonrasını sabırsızlıkla bekliyorum. Emeği geçen, katkıda b

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.