Gümüşlük mucizesi...
10 Eylül 2010 - Zeynep Oral -
YOKTAN VAR EDİLEN, DÜŞ GÜCÜ VE İDEALLERLE BESLENEN BİR FESTİVAL
Gümüşlük mucizesi...
Sabahın çok erken saatleri... Güneş az önce doğdu... Fışır fışır sahile vuran dalgaların sesini duyuyorum.. Ayaklarım suya ha değdi ha değecek... (Dikkat et Zeynep, kucağındaki mini-bilgisayara su değmemesi gerek, aksi halde bu yazıyı yazamazsın, gazeteye yollayamazsın...)
Dün akşam 7. Uluslararası Gümüşlük Klasik Müzik Festivali’nin kapanış gecesi vardı. Piyanist Gülsin Onay, piyanist Eren Levendoğlu, perküsyon ustası Burhan Öçal, Zeynep Tanbay ve Dans Projesi hepsi bir arada aynı sahneyi paylaştılar! Heyecan vericiydi! Ama durun böyle anlatmamalıyım. Baştan başlıyorum:
EREN LEVENDOĞLU FENOMENİ
Her şey, genç bir piyanistin Eren Levendoğlu’nun Türkiye’ye gelip Gümüşlük’e yerleşmesiyle başladı. (Londra doğumlu; Zimbabwe ve Cape Town Üniversitesi deneyimli; Royal Schools of Music eğitimli; kıtalar arası nice okullu ve konserli bir yaşam...) En önemlisi Eren Levendoğlu müthiş azimli. Hayal ettiklerini hayata geçirmek için, aklına koyduğunu gerçekleştirmek için hiçbir engel tanımıyor!
2003 Ekimi’nde Türkiye’ye yerleşiyor ve bir yıl içinde bu festivali gerçekleştirmeyi başarıyor. Tek başına bir ordu gibi çalışarak... Daha doğrusu bir nefer gibi çalışarak!
Gülsin Onay gibi vizyon sahibi, uluslararası ilişkilerde saygı gören bir ustayla işbirliği yapıyor Eren Levendoğlu. Gülsin Onay’ın danışmanlığında, festival, yöreye gönül vermiş sponsorların katkılarıyla gelişiyor. Hem de nitelikten yani kaliteden hiç ama hiç ödün vermeden!
Antik Myndos’un henüz bozulmamış doğasında, 400 yıl öncesinden günümüze gelen ve bir süre önce onarılan bir kiliseyi (Eklisia) mekân edinmiş festival 7 yıldır sürüyor. Ancak sadece festival olarak kalmakla yetinmiyor. Tüketici değil üretici niteliğini vurgulamak için bir de “master-class” uzmanlık dersleriyle halka açık bir müzik okulunu da yerleştiriyor ve geliştiriyor.
Biraz önce kalite dedim. Konser vermeye gelenlerin katıldığı uzmanlık dersleri bu yılki yaz müzik okulu programından birkaç örnek vereyim: Valentin Srif, Makato Ueno, Jean Benard Pokkier ve Gülsin Onay’dan piyano; Gülşen Talu’ dan flüt; Cihat Aşkın’ dan keman; Wolfgang Boettcher ’den viyolonsel masteclass’ları...
UNUTULMAZ ANLAR:
24 Temmuz’da başlayan, bir buçuk aya yayılan, birbirinden değerli 11 konser ve yaz müzik okulu öğrencilerinin verdikleri konserlerle 20’ye yakın gösterinin yer aldığı festival önceki akşam sona erdi. Ben eylül ayında bu kıyılara ulaştığımdan, ancak son iki konseri izleyebildim.
Biri solist olarak Gülsin Onay’ın katıldığı şef Işın Metin yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası’nın konseriydi. Öteki de önceki akşamki kapanış şöleni.
Festival ilk kez bir senfoni orkestrası ağırlayacakı. Bu nedenle bahçeye portatif dev bir sahne kurulmuştu. Gülsin Onay’ın duyarlılıkla dinamizmi, dışavurumculukla içselliği birleştiren yorumuyla Dvorak ve Ravel konçertolarını peşi peşine izlemek; Işın Metin’in orkestrayla bütünleşmiş yorumundan Dvorak 9 senfoniyi tüm akustik ve sahne problemlerini sıfırlayan mükemmel icrasını dinlemek, eşsiz bir deneyimdi!
Kapanış gecesi ise kolay kolay tekrarlanamayacak bir deneyimdi.
İki bine yakın izleyici o portatif sahnenin çevresini almıştı. Bir o kadar da kapıda kaldı!
Önce piyanist Eren Levendoğlu ve darbukasıyla Burhan Öçal... Bach ’ın “Partita” ları... Alışılmışın dışında bir performans... Ancak hem onlar hem biz ölümlü izleyiciler “hava” ya girmekte hiç zorlanmadık, hemen benimsedik. Ardından Zeynep Tanbay ve 5 kişilik Dans Projesi, Burhan Öçal’ın uçuşan parmakları eşliğinde “Araz” dan bir bölüm sundu...(Daha önce çok yazdığım için tekrarlamıyorum...)
Derken Burhan Öçal’ın solo darbukası! Yer gök ve de deniz soluğunu tuttu. Herkes soluğunu tuttu. Burhan Öçal, tek kişilik bir orkestra kurmuştu sanki! Bunca farklı sesler sadece o darbuka ve o parmaklardan mı çıkıyordu? Kime söyleseniz inanmazdı! Sanki koca bir orkestra dinliyorduk. Solo sona erdiğinde bu kez yer gök alkıştan inliyordu! (Ve de deniz!)
Gülsin Onay’la Burhan Öçal’ın düeti ise başka bir şölendi: Klasik müzik bestecilerinin böylesi yorumlandığına ilk kez tanıklık ediyordum: Busoni, Scarlatti, Debussy, Bartok ve Adnan Saygun, eğer dinleyebilselerdi, hiç kuşkusuz çok seveceklerdi bu darbuka ritmi eşliğindeki parçaları... Dinmek bilmeyen alkışları Mozart ’ın “Rondo” (Alla Turca) Türk Marşı’yla taçlandırdı ikili!
BURAYA BİR SAHNE GEREK
Tamam. Portatif sahne yapıldı. (Son akşam milletin yarısı kapıda kaldı! Bahçeye bile giremedi! Ama yetmez, yetmiyor! Üstelik bu sahne geçici!
Şu ana dek Gümüşlük Belediye Başkanı Mehmet Tireli, sadece belediye başkanı olduğu için değil, gerçek bir sanat ve klasik müzik sevdalısı olduğu için, insanların daha iyi bir yaşamı hak ettiklerine inandığı için festivale sonsuz destek vermiş, katkıda bulunmuştu. (Gümüşlük’ün arıtma sorununu halletmiş olması da bundan zaten.)
İşte en dolaysız söylüyorum: Bu Gümüşlük’e dev bir sahne gerek. Sekiz yıldır süren birikimi yok etmemek için. Bu potansiyeli değerlendirmek için. Yaratıcılığı önlememek için! Nitelikten vazgeçmemek için!
Şu ana dek emeği geçen, sponsorluk yapan, katkıda bulunan herkesi kutluyorum.
Tüm okurlarıma iyi bayramlar...
Cumhuriyet- 10 Eylül 2010
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler