Gözyaşları... Bir Madalya... Ve Ölüm...
28 Ekim 2012 - Zeynep Oral -
Günümüzün en ünlü sopranolarından Natalie Dessay gözümün önünde değişime uğruyordu: Şen şakrak hoppa bir salon kadınından, aşk ateşiyle yanıp tutuşan bir mutlu çılgınlığa, oradan da sevdiğinin iyiliği için fedakârlığın doruğunda tükenip yok oluşa... O, "La Traviata"nın Violetta'sıydı. Kişiliğinde dört mevsimi yaşayan ve yaşatan kadın...
Paris'te sinemadayım. "Traviata et Nous" (Traviata ve Biz) adlı belgesel filmi izliyorum. Ve gözyaşlarımı tutamıyorum. Ağlamam, o kadınının serüvenine, değişimine, ölümüne değil. Gözyaşlarım, tiyatronun ve müziğin gücüne, sonsuzluğuna, ikisinin birbirini etkileyişine... Gözyaşlarım, sanatçıların yeteneğine, azimlerine, yaratıcılığına ve çalışma gücüne... Yeryüzünü daha güzel, hayatı daha yaşanır kılan sanatsal emeğe...
Paris'te olma nedenim, bayram tatili değil, kendi dışımda gelişen rastlantılar zinciri... Fransa'da ta 1908'de kurulmuş "Gelişimi Destekleme Vakfı" (Société d'Encouragement au Progres) diye bir kuruluş var. Her yıl tıptan güzel sanatlara, müzikten havacılığa aklınıza gelecek her alanda ödüller veriyor. Bu yıl Fransa'daki Leyla Gencer hayranları, benim İtalya'da yayımlanan Leyla Gencer kitabımı aday göstermişler. Onaylanmış. "Gelin madalyanızı alın" diye haber gelince kendimi Paris'te, Luxembourg Bahçesi'nde, Fransız Senatosu'ndaki ödül töreninde buldum.
Sanki bir zaman tünelindeydim. 19. yüzyıla geri dönmüştük. (20. yüzyıla bile değil!) Tavırlar, kılıklar, konuşmalar öyleydi... Yaş ortalaması 80... Göğsüne madalya takılan 50 kişiden biriydim. Kimi madalyasını alırken gözyaşlarını tutamıyordu. Ben ise nostalji girdabında şaşkındım. Teşekkür konuşmamda, madalyamı Sevgili Leyla Gencer'e, sanatsal yaratıcılığa ve günümüzde tüm dünyanın çok ihtiyaç duyduğu barış kültürüne adadım.
Paris'te günlerim ve gecelerim sinema, tiyatro, sergiler, müzeler, konserler egemenliğinde... Bunlar arasında koşuşmaktan yorgun düşünce, bilgisayarın başında buluyorum kendimi. Ve işte o zaman...
Ne işim var benim burada? Ne işim var sinemada, tiyatroda... Nasıl yiyebilir, içebilir, gülebilir, şakalaşabilir insan bu ortamda...
Türkiye haberlerini okuyorum... Boğaz'dan kan akıyor, fotoğrafını gördüm... 58 cezaevinde açlık grevleri... Yaşar Kemal'in çığlığı yüreğimde... Yüzlerce insan ölüme yatmış... Kaçının ölmesi gerekiyor aklımızı başımıza toplamak için...
En acısı, en en acısı ise çoğunluğun duyarsızlığı... Sanki böyle bir şey yokmuş, yaşanmıyormuş gibi, (mış gibi) yapılması...
Kaç ölüm hükümeti duyarsızlığından döndürecek? Kaç ölüm insanı sarsar? Kaç ölüm gözleri, kulakları açar, dilleri çözer? Kaç ölüm yürekteki buzulları çözecek?
İşte bu sorularla kahrola kahrola sabahı buluyorum.
Oysa keşke... Keşke gözyaşlarım hep ama hep sanatın, yaratıcılığın, güzelliğin hükmünde olabilseydi... Keşke...
Yarın sabah Cumhuriyet Bayramı. Hepinizin Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyorum.
Cumhuriyet- 28 Ekim 2012
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler