Menü

Farandouri … Livaneli… Theodorakis…


21 Mayıs 2005 - Zeynep Oral -

Kimi rüzgarlar vardır, gelip geçer… O rüzgarı yüzünüzde, teninizde, gönlünüzde hissettiğinizde mutlu olursunuz, mutlu olmuşsunuzdur… Ama gelip geçmiştir işte. Geriye yalnızca anısı kalmıştır. Sizi sarıp sarmaladığı günlerin , o günlerdeki sevinçlerin, acıların , düş kırıklıklarının, umutların, coşkunun anısı… Hatırlamak, o yoğunluğu yeniden yeniden yaşamaktır…
İşte birkaç akşam önceki Maria Farandouri Zülfü Livaneli konserine giderken bu duygular içindeydim. “Nostaljik” bir akşam geçirmeye hazırlanıyordum…

İlk şaşkınlığım, Lütfi Kırdar Salonunu,yalnız benim kuşağımdan dinleyicilerle değil, çok daha genç insanlarla dolu olduğunu görmek oldu. Galiba , bu akşam yalnızca nostalji rüzgarlarına kapılıp gitmeyecektik…
Sahnede Alman, Yunan ve Türk müzisyenlerden oluşan orkestra, sahnede Maria Farandouri ve Zülfü Livaneli.
Yürekten gelen “Merhaba”yla başladılar ve o salonda genç yaşlı hepimizin ezbere bildiği “klasik” repertuarı bir çırpıda bize armağan ettiler.
Türkçe ve Yun
anca iç içe geçmişti. Nazim Hikmet, Lorca, Sabahattin Ali , Orhan Veli ve Refik Durbaş’la kucaklaşıyorduk. Ne Livaneli’nin bestelerinde ne Farandouri’nin geniş bir yelpazeye yayılan o sıcacık sesinde “eski”ye, “eskimişliğe” dair hiçbir şey yoktu. Besteler de ses de, yepyeni ve pırıl pırıldı.
Bugün de karlı kayın ormanlarında pencerenin açılıp içeri çağrılmayı bekleyenler , memleket hasretiyle yananlar vardı; hepimiz ölümden korkuyorduk , hepimiz ölümü düşünüyorduk… Atlının türküsüyle şahlanıyor, güneş toplamak için, şimdi her zamankinden daha çok dayanışmanın gücüne inanıyorduk… Yiğitlerimiz aslanlarımız hep ama hep gönlümüzde yatacaktı… Ve gün olur, hepimiz alıp başımızı gitmek istiyorduk…

Ne çok , ne çok özlemişim bütün o şarkıları. Hadi bunu anladım da, bu gençler ne zaman öğrendi bu şarkıları? 70’li 80’li yılların baskı şiddet dolu ortamında, bestelendiği an , ülkemin cezaevi coğrafyasına yayılıveren; demir parmaklıklardan süzülen, taş duvarlardan kulaktan kulağa, ağızdan ağza geçen; “yalnız değilsin”, “yalnız değilim” inancını yüreğimize , benliğimize yerleştiren ; umudu, direnci , dayanışmayı güçlendiren bu şarkıları ne zaman, nasıl öğrendi bu gençler? Ne zaman duydular, ne zaman söylediler, ne zaman ezberlediler ?

Sahnedeki Maria ve Zülfü’ye, salondaki koro eşlik ediyordu.
“Hayata dair”
Zülfü Livaneli’nin on yıl aradan sonraki yeni albümü “Hayata Dair” önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak. Konser programının ikinci bölümü bu albümden seçtiği parçalardan oluşuyordu. Kendi deyişiyle konserin asıl sınav bölümü şimdi başlıyordu…
Daha ilk dinleyişte insanı saran , akılda , yürekte, dilde kalan şarkılardı dinlediklerimiz. İçlerinde beni en çok coşkuya iten zeybek ritimli “Akdeniz Akdeniz” oldu. Kimliğimi, Akdeniz uygarlığının renkleri ve sesleriyle bütünlemenin sevincini, kıvancını ve keyfini yaşattı… “Mübadele Türküsü”, aynı tarihi, aynı coğrafyayı , aynı müziği paylaşan iki ülkenin halklarına yollanmış bir selamdı.Egenin iki yanındaki ritmleri, renkleri, motifleri bir araya getiriyordu. Acıyı bal eylemenin, paylaşılmasıydı… “Güldünya” şarkısı utanç verici bir yaraya, süregelen vahşete parmak basıyordu. Güldünya’yı unutmuş olmazsınız! Hani “namus temizleme ” niyetine ailesi tarafından vurulan öldürülen Güldünya … Ahmet Kutsi Tecer’in şiiri üzerine bestelenen “Neredesin” ise müziğiyle olsun, sözleriyle olsun, herkesi kendi “gizli bahçesine” , çok yakına, çok uzaklara, çok derinlere götüren bir şarkıydı… Bunlar benim seçtiklerim, elbet herkes kendi seçimini yapacak.

Türkiye’de Livaneli’nin yeni albümü çıkarken, Yunanistan’da da Maria Farandouri’nin yeni albümü çıkacak. Onunkinin adı “Suyun Belleği.” Yine Livaneli besteleri , söz yazarı ise Yunanlı şair Agahta Dimitruka… Konserin başında Maria Farandouri, bu yeni albümü “Suyun Belleği” için, “Su bizleri bir araya getiriyor, bazen de gözyaşlarını…” dedikten sonra şarkılarını barışa ve çocukların zaferine adıyordu…

Konser boyunca sanki sahnede biri daha vardı : Mikis Theodorakis… Sahnedeki ikilinin yanında, gözlerim hep onu da görüyor, yüreğim onu da dinliyordu.
Hayır , Maria Farandouri kimi Theodorakis şarkılarını da yorumladığı için değildi bu duygu. Belki de son günlerde elimden düşüremediğim bir kitap yüzündendi: Liz Behmoaras’ın hazırladığı ve çevirdiği “Theodorakis Sanatsal İnancım” adlı kitap yüzünden. Sanatçının 80. yaşında, Dünya Kitapları’ndan çıkan eserin alt başlığı yeterince açıklayıcı : “Takımyıldızların sonsuz uyumunu müzikte yakalamak.”

Sahnede üçünü bir arada görüyorum ya… Yıllar öncesinden bir başka fotoğraf yerleşiyor gözlerimin önüne: Tarih: 24 Eylül 1988. Yer: Efes Antik Tiyatrosu. Vakit : Gece.
Farandouri, Theodorakis, Livaneli, o gece Antik Efes’i dolduran 25 bin kişiye bir daha asla akıllarından ve gönüllerinden çıkmayacak olan bir şölen armağan ediyordu.

Bir de aklımdan çıkmayan şu sözler var: (Theodorakis’le yaptığım uzun söyleşinden kopya çekiyorum: )

“Türk ve Yunan müziğinin kökeninde çok ortak yanlar var. Zülfü bu kökleri, melodisiyle, çalgısıyla, yani sazıyla, ritmiyle, tipik Türk olan bir biçimde, yani bizde olmayan doğu gizemiyle, Anadolu tadıyla, bizde eksik olan ağırbaşlılık ve sevimlilikle yoğuruyor. Bu bileşimde bir ulusun geleneğini ve o ulusun kıvancını açıklıyor. “
Teşekkürler Maria Farandouri, teşekkürler Mikis Theodorakis , teşekkürler Zülfü Livaneli. İyi ki varsınız!

21 Mayıs 2005- Cumhuriyet

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.