Eylül Fırtınası
13 Şubat 2000 - Zeynep Oral -
Politikacılar, sanayiciler bu filmi görün!
Tepedeki başlık çok daha uzun olmalıydı: Devlet büyükleri, parti başkanları, milletvekilleri, iktidardakiler, muhalefettekiler, ekonomimize yön verenler, iş adamları, sanayiciler, genel müdürler , emniyet müdürleri, yüksek bürokratlar, daha az yüksek bürokratlar, askerler, polisler, meslek sahipleri , meslek sahibi olmayanlar bu filmi görün, demeliydim. Ve eklemeliydim: Çabuk unutan köşe yazarları, bellek sahibi olmayanlar, bakıp da görmeyenler, görüp de görmezlikten gelenler , bilip de bilmezlikten gelenler, söylemeyenler, sormayanlar, sizler de bu filmi görmelisiniz.
Bu film dediğim, Atıf Yılmaz'ın "Eylül Fırtınası" adlı filmi. Habib Bektaş'ın "Gölge Kokusu" adlı romanından uyarlanan, 12 Eylül sonrasını bir çocuğun gözleriyle, bir çocuğun bakışlarıyla, bir çocuğun yaşantısıyla anlatan film. O fırtınanın, dişlileri arasında ezdiği, un ufak ettiği, parçalayıp savurduğu milyonlarca aileden birinin yaşadıkları... "Cadı avı" ya da solcu avı paranoyasında, bir çocuğun , çocukluğunu yaşaması...
Bu filmi görün dememin nedeni, yalnızca başarılı bir film olmasından değil. Evet, usta bir yönetmenin belki de en olgun ama aynı zamanda "en genç" filmi olması ; tüm oyuncuların rolleriyle muhteşem bir biçimde bütünleşmesi; mekan ve oyuncu seçimleri ; trajik olanla gülünç olanın iç içe yoğrulması; diyalogların ve insan ilişkilerinin sahiciliği; söyleyeceğini uzatmadan, başımıza vurmadan, mesaj vermeden söylemesi ve susmasını bilmesi; belki de en önemlisi çocuğa, her çocuk gibi, sıradan bir çocuk gibi, "çocuk olmak"tan öte zorlama herhangi bir işlev, yapay bir rol yüklememesi filmi başarılı kılıyor.
Ancak "Eylül Fırtınası"nı görün dememin nedeni başka. Benimki yalnızca belleksiz bir toplum olmamızı engelleme çabası... Hadi diyelim ki genç kuşak, 20 yıl öncesine ilişkin hiçbir şey bilmiyor. ( Eğer bu sayfanın okuruysanız, birkaç gün önce Alin Taşçıyan'ın Ankara Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı belgesel filme ilişkin haberini anımsayacaksınız.) Ya o günleri yaşamış olanlar?
Dün yaşadığımızı , bugün unutur olduk. Daha doğrusu unutmak ve unutturmak için, iktidarlar hep ellerinden geleni yaptı ve yapıyor. İşte o zaman ben dehşete kapılıyorum. Belki de kısa bir süre sonra bugün yaşadıklarımızı, Hizbullah'ın yaşattıklarını, topraktan, betondan , bodrumlardan toplanan cesetleri, "kayıp" silahları , Türkiye'nin "bağırsakları temizlenirken" çıkan pislikleri unutacağız! Öyle mi ? Öyle değil mi?
"Kayıp" deyince aklıma geldi: Çocukları, eşleri, kardeşleri "kaybolan" kadınlar, her Cumartesi , haftalar boyu, aylar boyu, her Cumartesi , Galatasaray'da toplandıklarında, susturuldular, zulme uğradılar. Üzerlerine polis salındı, dövüldüler, coplandılar, gözaltına alındılar, tutuklandılar... Onların söylediklerini, bugün Hizbullah'ın yaptıkları ortaya çıktıkça ya da kamuya açıklandıkça, herkes söyler oldu, onların sorduklarını herkes sorar oldu. Bu "herkes"in içine bu devleti yönetenlerden, milletvekillerinden, tüm politikacılardan tutun gazetecilere, köşe yazarlarına, "sokaktaki adam"a pek çok insan giriyor.
Merak ediyorum: Neydi "Cumartesi Anneleri"nin "günahı"? Erken ya da önce davranmak mı? Onun için mi dövüldüler, coplandılar, hapse atıldılar? Peki kimse onlardan özür dilemeyecek mi? Unuttunuz mu, "Türkiye'de kaybolanlar diye bir şey yok" deniyordu...
Unutmak , ölüm gibi bir şey... Geçmişimizle hesaplaşmadan ölümlerin sonu gelemez...
Ölümlerin sonu gelsin artık...
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler