Menü

Eşitsizliğe ve ayırımcılığa direniş (2)


31 Ocak 2004 - Zeynep Oral -

Göçmen Ailelerde kadınlara ve gençlere uygulanan baskı, bir iktidar alanı olarak görülüyor:

Din, Şiddet Aracı Olamaz.

" Nous, on est Turc; Nous on tue!"
Bu sözleri, Fransız televizyonundan izleyen Fransızların içine düştüğü dehşeti tahmin edebiliyor musunuz?

Televizyondaki bir Türk genci, dinleyicilerin gözlerinin içine baka baka, "Biz Türküz, biz öldürürüz" diyordu. "Eğer kız kardeşimizi biriyle elele görürsek, biz Türküz, biz öldürürüz"

En tepede sözcükleri özellikle Fransızca yazdım. Hani Türkiye'de örflerimiz, adetimiz, geleneklerimiz diye diye Türkçe söylendiğinde neredeyse kanıksadığımız bir tümceyi yabancı bir dilde duymanın ilk şokunu üzerimden atamadığımdan…

İşte belki de Fransa'da bu yukarıdakine benzer söylemler günden güne arttığından, Cumhurbaşkanı Chirac'ın deyişiyle "Bireyleri eşitlik temeline oturtacak" ; Cumhuriyetin ayrılmaz bir bütünü olan laiklik ilkesini koruyacak, kadın erkek arasındaki eşitsizlikten, dini ayırımcılıktan doğan gerginliği ortadan kaldıracak bir şeyler yapılmalıydı.

Bizim ülkemizde, Türkiye'mde , şu son bir yılda, "namus cinayetine", "töre cinayetine" kaç kızın, kaç kadının kurban edildiğinin tam sayısına bile ulaşamadığımızı anımsatmak isterim. Ama dünyanın birçok yerinde gönüller bizimki kadar ferah değil!

Fransa'daki Laiklik tartışmalarının, eşitsizliği ve ayırımcılığı engellemekte odaklandığını belirtmiştim dün. Strasi Raporundan yola çıkarak hazırlanan yasa tasarısı Fransa Eğitim Bakanlığına verildi. Önümüzdeki günlerde Fransa Parlamentosuna sunulacak olan yasa tasarısının olduğu gibi geçeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Yasanın Martta Fransa'daki seçimler öncesinde geçmesini ve eylülde yeni ders döneminin açılışında uygulamaya geçilmesi isteniyor.

Stasi Kurulunda yer alan tek Türk üye Gaye Petek'le konuşmayı, dün bıraktığımız yerden sürdürüyorum.

Kadınlara karşı Şiddet

Gaye'yi dinlerken , anlattığı yaşanmış öykülerde , özellikle bir nokta dikkatimi çekiyor :
Yalnız Türkiye'den değil , her ülkeden gelen göçmenler, geldikleri ülkelerde "gelenek ve göreneklerine" çok daha sert ve katı bir biçimde sahip çıkmaya çalışıyorlar ve göç ettikleri ülkelerin yasalarına, toplumsal yaşantısına aldırmaksızın, bunlara sadık kalınması için çevrelerine , kendi ülkelerinde olsalardı belki de yapmayacakları bir baskı uyguluyorlar gençlere ve özellikle de kadınlara.

Nedeni açık. Bunu bir iktidar alanı olarak görüyorlar…

Gaye Petek, önüme kimi sayılar sürüyor:

Fransa'da her yıl yetmiş, seksen bin zorla evlilik gerçekleştiriliyor.

Fransa'da her yıl 35 bin genç kız sünnet ediliyor ya da bu tehdidi yaşıyor… (Afrika'dan gelen göçmenlerde rastlanan bu "adet" Afrika'nın Müslüman ülkelerinden gelenlerde var. Ama Müslüman olmayan Zaire'den gelenlerde yok örneğin.)

Fransa'da aile içi şiddete maruz kalan kadınların yüzde 20'sini göçmen kökenli kadınlar oluşturuyor. (Fransız kadınlarının iki katı.)

Zorla evlilik Türkler arasında da yaygın.

Örneğin Fransa'da doğmuş , büyümüş oğluna, göçmen Türk aile, yıllar, kuşaklar önce terk ettiği Türkiye'deki köyünden gelin getirtiyor. Artık o gelinin işi, hizmetçilik, tüm ev işini sırtlanmak , yaşlıların tüm hizmetlerini görmek, akraba çocuklarına bakmak da olabilir, bir dikiş atölyesinde sabahtan akşama çalışmak ta olabilir.Ya da her ikisi birden… Geldiklerinde tüm kağıtları ellerinden alınan, dil bilmeyen gelinlerin hiçbir zaman geri dönme olanakları olmuyor. Kilit altında yaşayanlardan tutun, ölümle tehdit edilenlere, korkunç öyküleri var…

Üstelik bu ailelerde Türk televizyon kanalları seyrediliyor. Yani bütün o çal oynasın, vur patlasınlı programlar. İki kez kültür şoku yaşıyorlar… Türkiye'den gelip, Fransa'da Ortaçağı bulduklarını söylüyorlar.

Türkiye'den başı açık gelip de Fransa'da kapanan öyle çok örnek var ki. Nedeni ailenin dayatması.

Baskının Artması

Gaye Petek'i dinliyorum:

"Önemli olan , Fransa'da baş örtüsü arttı mı, artmadı mı değil. Önemli olan baskı ve şiddetin artması."diyor.
Örneğin son zamanlarda hapishanelerdeki göçmen tutuklular, görüşe başörtüsüz gelen eşlerine ölüm tehdidi yağdırmışlar.

" Taşrada Magrebli göçmenlerin çoğunlukta oldukları Liselere gidip zorla evlilik üzerine konuşmalar yapıyorum. Tunuslu, Faslı, Cezayirli kızlar bu buluşmalarda bana şöyle diyorlar: 'Biz burada erkek sınıf arkadaşlarımızın önünde gözlerimizi indirmek, yere bakmak zorundayız, aksi halde bize orospu muamelesi yapıyorlar'. Bütün gayretleri erkek öğrencilerin gözüne batmamak, mümkün olduğunca silinmek…"

Bir taşra kasabasında , birkaç kızın başını örtmesi, ötekilerin örtmemesi, aileler arasında hemen göze batıyor ve başkaları örttü diye kendi kızlarının da örtünmesi gerektiği inancı çarçabuk yayılıyor.
" Din, okul çerçevesine sokulunca iş 'dindarsın' ya da 'dindar değilsin'e indirgeniyor. Dindarsan başını örtersin. Başını örtersen namuslusun, onurlusun… Neye vardığını görüyor musunuz? Başını örtmezsen, namussuzsun, onurlu değilsin!"

Bundan sonra gelinen nokta ise sen ne kadar dindarsın, ben ne kadar… Kim iyi Müslüman, kim kötü Müslüman ; kim daha çok Müslüman, kim daha az Müslüman…
Burada belirtmem gerek: Baskıların en çoğaldığı ve şiddet eylemleriyle sonuçlandığı bir dönemde, Cezayirli kadınların ön ayak olmasıyla Fransa'da "Ni putes, ni soumises"- "Ne orospu, ne boyun eğen" adlı örgüt kuruldu.

Çıkış noktaları , gettolardaki şiddete, ayırımcılığa son vermekti. 30 bin kadınla Paris'e yürüyüşlerini , 70 bin imza topladıkları dilekçelerini içişleri bakanlığına sunmaları izledi. Bugün güçlendiler, Fransa'nın her yöresinde şube açtılar ve çok faaller. En önemli etkinlikleri ve talepleri Fransa'da her kent ve kasabada şiddete uğrayan kadınlara Sığınma Evleri açmak…

Yasal düzenlemeler

Gaye Petek'i dinliyorum:

" Fransa'da eşitlik çok önemli ilke. Bu ülke, parlamentosunda temsil eşitliğini sağlamak için yasa çıkarmış bir ülke. Ve başta Cumhurbaşkanı olmak üzere herkesin vurguladığı nokta , uygarlığın ölçütünün eşitlik olması. Bu ülkede yaşayan kadınların durumu aynı zamanda uygarlığın ölçütü olarak değerlendiriliyor. Kadınlara karşı her tür ayırımcılığın önlenmesi için her yasayı çıkarırlar. "

"Fransa , eşitsizliklere ve kurbanları göçmen kökenli kadınlar olan şiddete karşı mücadele edebilmek için , kadınların medeni haklarını garanti altına aldı. Gelinen ülkenin vatandaşlığından bağımsız olarak , kendine özgü gerçek bir statünün yeniden oluşturulması amacıyla Fransa'nın , başta kuzey ve batı Afrika olmak üzere, kimi ülkelerle imzalamış olduğu antlaşmaları yeniden gözden geçirdi…

"Fransa, kendi yargılama yetkisinden yola çıkarak , kendi evinin kanunlarını ve zorla evlendirme, boşanma, başka bir ülkede yasal bile olsa, çok eşlilik gibi her tür ayırımcılığa karşı mücadele hakkını öne çıkardı. Herkes için, eşler arasında eşitliği garanti almaya çalıştı ve çalışıyor…"

Yüksek Uyum Kurulu bünyesinde yapılan tüm bu çalışmalara Gaye Petek de katıldı.

Şimdi Fransa'da gerçekleştirilmekte olan laiklik düzenlemesi, dört şubatta parlamentoya sınılacak olan yasa tasarısı , bireylerin "cemaat ayırımcılığı" talepleri doğrultusunda eşitlik ilkesinin göz ardı edilmesini önlemeyi hedefliyor.

Dünden bugüne

Gerek son zamanlarda Avrupa ülkelerini saran laiklik tartışmaları sırasında, gerek Gaye Petek'le konuşmam boyunca, bundan 15 yıl önce , o sırada çalıştığım gazete için yaptığım, "Avrupa'da İslam" başlıklı araştırmayı / diziyi düşünmeden edemedim.

Avrupa'nın dört ülkesinde (Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya) odaklanan bu araştırma boyunca hem Müslüman cemaat liderleri hem Vatikan yetkilileri, ünlü bilim adamları ya da "sokaktaki adamla" , birbirinden çok farklı ülkelerden gelmiş Müslüman göçmenlerle konuşurken neler duymadım ki…

"Bakın göreceksiniz, 2000 yılında , nasılsa tüm Avrupa İslam egemenliğine girecek" diyenden , " Bizim Partimizin amacı , İngiltere'de yaşayan Müslümanlara şeriat getirmektir…" diyene… İlkini söyleyen Roma'da Via Bertoloni Mescidinin hocasıydı, ikincisini söyleyen Londra'daki "Britanya İslam Partisi"nin başkanı… Yıl 1989'du. Ve sanki 2000'li yıllar çooook çok uzaktaydı.
O günlerde beni en çok etkileyen Sorbonne Üniversitesi'nde İslam Düşüncesi Tarihi dersi veren, İslam üzerine sayısız eseri olan Prof. Muhammed Arkoun'un "İslam dini laiklikle bağdaşmaz", " İslam dini çağdaşlaştırılamaz" savlarına karşı çıkışı ve İslam'ın geriye değil, ileriye bakan yüzünü , tüm Avrupa'ya hatta dünyaya göstermek için Türkiye'ye duyduğu güven ve inançtı.

O günlerde şu iki uç arasında gidip geliyordum: Bir yanda ekonomik açıdan yokluğa talim eden , politik açıdan yok sayılan, toplumsal açıdan dışlanan, itilip kakılan Müslüman göçmenlerin, var olma, yaşamı sürdürebilme çabasında , İslam'ı bir ideoloji olarak tek yol, tek çare diye benimsemeleri… Öte yanda bu ideolojiyi kimlik, iktidar, güç ilişkilerinde kullanabilmek için kendi cemaatlerine ayrı okul, ayrı hastane, ayrı mahkeme, vb. gibi sayısız ayrı talepleriyle (o günlerin deyişiyle) adeta bir "apartheid" rejimine yönelmeleri… Dini bir iktidar aracı olarak kullanmaları…

Bunlara bir de "korku" faktörü karıştığını çok iyi anımsıyorum. Hayır, Avrupa'nın, henüz "İslam"la , "terör" arasında bağlantı kurmaya çalışması değildi söz konusu olan. Bir Müslüman cemaatin, bir başka Müslüman cemaatten, "Kim daha iyi, kim daha çok Müslüman" yarışından yayılan korkuydu ...

15 Yıl önce bu araştırmayı yaparken, Müslüman göçmenler içinde, dışa en açık, içinde yaşadıkları toplum ve kültürle en uyum içinde olanların Türk göçmenler olduklarını gözlemlemiştim. 15 yıl sonra aynı şeyi söyleyebilmem zor. En azından Fransa için… Bu da üzerinde düşünülecek ayrı bir konu…

15 Yıl içinde Avrupa'daki Müslümanlar için yukarıda belirttiğim ekonomik, politik, toplumsal koşullar, zorlamayla da olsa, mücadeleyle de olsa değişti. Yasalarla değişti. Ancak ne var ki, ayırımcı talepler değişmedi.

İşte bugün Fransa, eşitsizliği, ayırımcılığı önleme kararında. Kimileri için çok geç bile kalındı.

"Elele " deyince

Gaye Petek'in 1984 yılında kurduğu "Elele" Derneği, Fransa'daki Türk göçmenlere hizmet veren bir kuruluş. Yılda yaklaşık 5 bin kişinin çeşitli işlemler için başvurduğu bu kuruluş, Fransız Sosyal İşler Bakanlığı'na bağlı Topluluklar ve Göçmenler Genel Müdürlüğünden aldığı destekle etkinliklerini sürdürüyor.

Bu etkinliklerin belli başlılarını şöyle sıralayabilirim:
İki dilde (Türkçe ve Fransızca), yönlendirme, öneriler, resmi yazışmalar, ailevi sorunlara ve Fransa'ya uyuma yönelik sosyal danışmanlık… Yeni gelen göçmenleri gerekli formaliteler ve hakları konusunda bilgilendirme…

zellikle kadınlara : Okuma yazma bilmeyenlere eğitim, Türkçe ve Fransızca dil dersleri, meslek sahibi olmaya yönelik çalışmalar… İki dilde hukuk danışmanlığı, yabancılar yasasıyla ilgili hukuki dosya takip etmek ve psikolojik danışmanlık… Paris ve Paris dışındaki kentlerde, kasabalarda Türkiye'den gelen göçmenlerle çalışan öğretmenler, sağlık görevlileri, belediye yetkilileri, sosyal görevlilere birkaç günlü eğitim programlarının uygulandığı formasyon çalışmaları…

Çeşitli bölgelerdeki göçmenlerle yerel yönetimler arasında sorun çözme, önlem ve çözüm önerilerinin getirildiği, iki taraf arasında ilişkilerin kurulduğu arabuluculuk ya da aracılık çalışmaları… İki dilde de iki toplumu kaynaştıracak, Fransızlara Türk kültürünü tanıtacak, Türk ailelere hem kendi kültürlerini hem Fransız kültürünü farklı boyutlarıyla aktarmayı amaçlayan kültürel etkinlikler, sempozyum, panel ve toplantılar düzenlemek…

Fransa'da yaşayan 350 bin Türk göçmen için "Elele"nin eşsiz bir vaha olduğunu söyleyebilirim.


31 Ocak 2004

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.