Menü

Eren Eyüboğlu'nun renkli dünyası


02 Aralık 2011 - Zeynep Oral -

İstanbul, sanat fuarları, müzayedeler, birbiri peşi sıra açılan galeriler arasında bol şaşaalı, göz kamaştırıcı ve göz boyayıcı uçlar arasında bir o yana, bir bu yana savruluyor... "Aslolan hayattır" misali kimi sergiler bu çok renkli gökkuşağının arasından sıyrılıveriyor..

İşte İş Sanat'taki Eren Eyüboğlu retrospektif sergisi (1927-1988)... Benim bugüne dek gördüğüm en zengin, en geniş kapsamlı Eren Eyüboğlu sergisi. Bir değil birkaç kez görülmeyi hak ediyor.

Yaşamdaki yolunu resimde aradı

Sergiyi dolaşıyorum: Bütün Anadolu karşımda. Anadolu'nun rengârenk dünyası gözlerimin ve yüreğimin önünde bir geçit törenine kalkışmış...

Hangi tablosuna baksam Anadolu toprağını, Anadolu renklerini, Anadolu seslerini, Anadolu ezgilerini "görüyorum". Görmekten öte duyuyorum, duyumsuyorum ve düşünüyorum.

Onun "yabancılığını" arıyorum bütün o üretkenliğinin arasında ama boşuna, yabancılığını bulamıyorum...

Anımsayın: Ne diyordu Bedri Rahmi Eyüboğlu: "Eren, anadan doğma ressamdır; ben, sonradan olma..."

Sergide tablodan tabloya, Eren'in arayışını, sorgulamalarını, kendini sınayışını izliyorum. Ama bir yandan da Bedri Rahmi'nin sesi kulaklarımda:

"Eren'e Mektup" adlı şiirinde diyordu ya:

"Ne güç bir ağaç misali meyve verebilmek / Vaktinde açabilmek çiçeğini / Daldırabilmek köklerini damar damar / Toprağın etli cömert karanlığına / Düşmek peşine diş diş, dudak dudak, zerre zerre / Aramak aramak aramak milyon kere / Tadını meyvenin / Tuzunu dalın / Cilasını yeşil yaprağın..."

İşte böyle...

Vaktinde çiçeğini açan, meyve veren bir ağaç gibiydi Eren Eyüboğlu... Arar gibiydi. Yaşamdaki yolunu resimde arar gibiydi...

Resimdeki yolunu yaşamda arar gibiydi...

En çok kendisiyle yarıştı. En çok kendini sınadı...

Bu arayışlar, bu sınamalar sonucunda bunca cömertliği sığdırabildi yüreğine ve ellerine. Bize birbirinden değerli tablolar, bana birbirinden değerli anılar bıraktı. Türk resim tarihindeki yerini çoktan aldı.

Biraz hüzün, çokça azim

Sergide, her izleyici farklı eserlere odaklanacak... Ve görecek ki, tümü bir bütün....

Eren Eyüboğlu'nun 1940'ta yaptığı bir otoportresi var. Biraz hüzün, biraz sabır, çokça azim dolu; ne genç, ne yaşlı, hem genç, hem yaşlı bir otoportre...

O portreye ne zaman baksam, duyarlı, incelikli, ama ne istediğini çok iyi bilen bir kişiliğin, yaşamdan damıtarak edindiği birikimi görüyorum. Yalnız o portreye değil, Eren Eyüboğlu'nun hangi tablosuna baksam, o portrenin bende bıraktığı izleri, konuşmalarımızdan içimde kalan tortuyu düşünüyorum...

Çocukluğunda, Romanya'nın Yaş kentinde, çok kalabalık ve varlıklı ailenin minik kızı Ernestine / İrene çok sıkı, sert, dindar bir eğitim almıştı. Latince, İngilizce, Fransızca, Almanca öğrenmişti. Ağabeylerden, ablalardan çok çekmişti. Çok çalışkandı... "Sonra bir gün iddia üzerine, resim yapabileceğimi göstermek için çizmeye başladım. Akademiye girebileceğimi de ispatladım" diyecekti bana hayatını anlatırken...

Paris'de Andre Lhote'un atölyesine gitti Ernestine...

Ve bir gün... Kapı çaldı. Yıl, 1930... Atölyenin kapısındaki adam, kimselerin anlamadığı bir dilde bir şeyler anlatıyordu. Cemal Tollu'yu arıyordu.

"Bedri Rahmi geldi. Kapıda öyle duruyordu... Gördüğüm herkesten farklıydı. Bir garipti... Cemal Tollu bugün yok, cumaya gelir dedim. Öyle, olduğu yerde bir köşeye oturuverdi. Oturuşu öyle hoşuma gitti ki..."

Atölyede yedi milletten insan var. Kapıyı çalanlar ise yetmiş yedi milletten. Neydi Bedri Rahmi'nin farklılığı?

"Ne bileyim... Çok saygılıydı. Öyle oturuvermesi çok güzeldi. Garip bir biçimde oraya çöküverdi. Baktım yakışıklı adam..."

Muhteşem beraberlik

Bedri Rahmi, o gün, o atölyede, hep öyle oturup kalmadı. Kalktı, dolaştı, resimleri inceledi. Beğendiği üç resim de o kapıda karşılaştığı Romen kızınındı.

Sonra... Sonra büyük aşk... Taa ki evlenmeye karar verene kadar... Hem Rumen aile, hem Türk aile şiddetle karşı çıktı bu olaya. Ve iki gence hayatı zindan ettiler! Onları ayırmak için her şeyi yaptılar, başaramadılar.

Onlar tüm güçlüklere göğüs gerdiler. Evlendiler. İren, Eren oldu... Eren Eyüboğlu, Bedri Rahmi'yle birlikte Anadolu'yu dolaştı. Anadolu'yu, Anadolu insanını tanıdı. Tanıdıkça sevdi, benimsedi. Bu topraklarla bütünleşti.

Ondan sonra yemeninin yazmanın gülü çiçeği, menekşenin moru eflatunu, kilimin nakışın binbir türü... Ve işte ondan sonra insanoğlunun sevinciyle, acısıyla, sorunlarıyla binbir hali... Bütün bunları kendi yeteneğinin ve kendine özgü resmin gerçeğiyle bütünleştirdi. Yani çizgiyle, lekeyle, renkle...

"Elbette ki, buraya yerleştikten sonra resmim değişti. Daha çok kendimi tartar, kendimle tartışır oldum. Ne aldım, ne yapıyorum diye. Daha çok aradım, daha çok eleştirdim, daha çok sordum..." diyordu bir sohbetimizde.

Çocukluğundan beri beslendiği tüm kaynakları buraya taşımıştı...

Anadolu yollarında olsun, yağlıboya, guvaş desenlerinde olsun, belleğiyle düş gücünü birlikte kullandı, hep çok çalıştı, kendini aşıp mükemmele ulaşmaya çalıştı Eren Eyüboğlu.

17 Aralık'a dek sürecek sergi, onun bu çabasını ve başarısını ortaya koyuyor.

Cumhuriyet - 2 Aralık 2011

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.