Emek Sineması Yaşamalı... Ya da :Sanat Olmasaydı...
04 Nisan 2010 - Zeynep Oral -
29 Uluslararası İstanbul Film Festivali doludizgin başladı!
Doludizgin... Yani.. Emek Sineması için sürdürülen protestolarla… Kültür Bakanı, konuşmasını, parti propaganda konuşmasına dönüştürünce “kısa kes” kıvamındaki karşı çıkışlarla… Onur ödülleriyle… Şakir Eczacıbaşı’na hüzünlü bir veda ve Bülent Eczacıbaşı’na keyifli bir “Hoş geldin”le… Velinimetimiz sponsorlara (Yaşasın Akbank!) teşekkürler… Muhteşem bir filmle (“Paris’te Son Konser”) başladı film festivali!
Artık on beş gün boyunca yeryüzünün tüm duyguları ve düşünceleri, yeryüzünün tüm isyanı ve uyumu avcunuzun içinde…
Düşlerimizdeki baharlar
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İKSV’nin 1972’de başlattığı Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nin ilk yavrusudur, sonradan “İstanbul Film Festivali” adını alacak olan “Sinema Günleri”…
12 Eylül’ün faşist darbesi sonrasında, Sinematek’i kapatılmış, gençlik ve üniversite tiyatro festivalleri durdurulmuş, kurumları, dernekleri, dayanışmaları yasaklanmış; kitapları, plakları, filmleri toplatılmış, sanatçıları hapse tıkılmış, yüreği işgal edilmiş İstanbul’da, bir avuç sinema insanının gayretiyle var edilmiş bir “soluk alıp verme” armağanıdır…
Sevgili Onat Kutlar’ın deyişiyle içeridekilere “yalnız değilsiniz” diyebilme; dönemidir… Sevgili Yavuzer Çetinkaya’nın deyişiyle, “tüketen değil, üreten sinemanın baş tacı edildiği” dönemdir… Benim içinse özlediğim baharı düşleyebilme mevsimidir!
(6 Temmuz 1983 tarihli “Sinema Günleri ya da Yürekteki Kuş” başlıklı yazımda şöyle demişim: “İnsanın yüreğindeki kuş umut olabilir, aşk, mutluluk, sevinç olabilir, inanç, düşünce olabilir, bir dürtü, bir değişimin müjdecisi olabilir, yalnızca bir ‘Ah’, bir pırıltı olabilir… Yeter ki ölmesin, canlı tutulabilsin. İşte bu izlediğimiz filmler yürekteki kuşu yeniden canlandırdı.” Gördünüz işte o günlerde işimiz gücümüz yüreği karartmamaya çalışmaktı!)
Emek ve bellek
Emek Sineması’nın bir alışveriş merkezine dönüştürülecek olması (bir yerine kondurulacak sinema salonuna karşın) hepimizi rahatsız etmeli, hepimizi isyana, protestoya yöneltmeli. Çünkü orası sadece bir sinema salonu değil, aynı zamanda bireysel ve toplumsal belleğimizin bir parçası. Bırakın 80 küsur yıllık geçmişini, yakın tarihimizin de izleri orada… Daha yenilerde Atıf Yılmaz’ı, Zeki Ökten’i ve daha nice ustayı oradan uğurlamadık mı… Suna Pekuysal’dan, İsmet Ay’a, nice ustayı o sahnede alkışlamadık mı… Yıllar içinde Antonioni’nin bilgeliğine; Jeanne Moreau’nın zekâsına ve tutkusuna, John Malkoviç’in gizemine, o sahnede tanık olmadık mı…
Emek Sineması, sinemaya emek verenlerle bütünleşmiş bir mekân oldu hep. Onu korumak, geçmiş ve gelecek emeğe sahip çıkmak demek.
Şakir Bey’siz ilk festival
Yalnız açılış töreninde, sahnede değil, dün gün boyunca Beyoğlu’na yayılan kalabalıkta, sinema fuayelerinde, salonlardaki bir koltukta, gözler hep Şakir Bey’i aradı durdu… Aramızdan ayrıldığına galiba en çok şu son iki gün de inanabildik…
Şakir Eczacıbaşı’nın çok sevdiği, sık sık alıntıladığı, üzerinde koskoca bir kitap yazdığı Bernard Shaw’un şu sözünü tekrarlamanın tam sırasıdır:
“Sanat var olmasaydı” diyor Bernard Shaw, “Gerçeğin kabalığı, katlanılmaz kılardı dünyayı…”
Gerçeğin kabalığı, hoyratlığı, acımasızlığı… Gerçeğin şiddeti… Gerçeğin yozluğu… Gerçek olmayanın gerçek gibi gösterilmesi, yalanın gerçek yerine konması… Doğrudur, katlanılmaz kılardı dünyayı!.. “Dünyayı ve hele hele ülkemi…” diye eklemek geliyor içimden…
Cumhuriyet - 04 Nisan 2010
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler