Menü

Ekmek Arası Lorca…


02 Haziran 2006 - Zeynep Oral -

Tiyatro Festivali dolu dizgin son dört gününe giriyor…  Kimi  akşamlar,   kendi kopyamı çıkaramadığıma müthiş öfkeleniyorum.  Bir değil, birkaç kopyamı çıkarsam, aynı akşam aynı saatlerde  dört ya da beş oyun izleyebilsem ne harika olur!  Ama olmuyor işte. Henüz, aynı anda birkaç yerde olma becerisine kavuşamadı insanoğlu…

Bu  yıl  Uluslararası İstanbul Tiyatro festivalinin  iki “popüler” konuğu Beckett ve Lorca.  2006, Beckett’in  100.  doğum yıldönümü, Lorca’nın öldürülüşünün  70. yıldönümü…

“Yaşam” denilen şey
Niçin yaşıyorum? Neden var’ım? Her fani gibi ölüme mahkumsam , neden geldim bu dünyaya?

İçinde bulunduğumuz dünyanın,  yaşamakta olduğumuz bu yaşamın tüm çelişkileri üzerine tedirginlik duymaya, sorular sormaya  başladıysak…
Hem toplumsal bir varlık olmanın bilincinde, hem de dünyanın rezilliği, acımasızlığı, karmaşası, olumsuzlukları , uyumsuzlukları karşısında edilgen durumda olup,  bu işi nasıl çözeceğimizi sonsuz merak ediyorsak… 

Belki de “yaşam” dediğimiz  şeyin, hiçbir sisteme, hiçbir düzene, hiçbir kliğe, hiçbir etikete bağlı olmadan, zaman ve uzam ötesinde, bu edilgenliği sorgulamakla başladığına inanıyorsak… Ve sorguluyorsak…
Öyleyse… Hoş geldiniz… Beckett’in evrensel ve çağdaş dünyasına kapıyı araladınız… Biraz gayretle o dünyadan içeri girebilir, Beckett’in başkaldırısına katılabilirsiniz de…

Festivalde sunulan 4 Beckett oyunundan birini görebildim. Türkiye- Fransa ortak yapımı olan ve Türkiye’de ilk kez sahnelenen, Beckett’in en zor oyunu diye bilinen ,  ama aynı zamanda yazarın “en sevdiğim oyunum” dediği  “Oyun Sonu” …
Fransız yönetmen Pierre Chabert  Beckett’le uzun yıllar birlikte çalışmış. Sonsuz yalın , tüm fazlalıklardan arınmış  ama yeryüzünün tüm çağrışımlarına açık bir yorum getirmiş ; üçü sahnede hiç kıpırdamayan, dördüncüsü sürekli devnim halinde olan dört oyuncusunu inceliklerle donatmış. 

Dört oyuncu:  tekerlekli sandalyeye bağımlı yalnız yüzüyle, sesiyle,  “oynayan” ve oyunun hem komiğini hem trajedisini vurgulayan Genco Erkal; kendini bir kez daha aşan “köle-uşak”, Buster Keaton’dan Şarlo’ya uzanan çizgide Bülent Emin Yarar; göründüğü ve konuştuğu birkaç dakikaya  nice nice anlamlar yüklemeyi bilen Meral Çetinkaya  ve Mehmet Akan’ın son anda hastalanmasıyla (acil şifalar diliyorum)birkaç saat içinde rolüne hazırlanıp, imkansızı başaran  şeytan tüylü oyuncu Erdem Akakçe…  Bu dörtlüye bir de Genevieve Soubirou’nun  büyülü ışıkları eklenince ortaya  eşsiz bir tiyatro tadı, çok katmanlı bir şiir çıkmıştı.

Granada’dan Urfa’ya Lorca
Mahir Günşiray’ın “çılgın” bir projesi vardı.  “Lorca Divanı” ya da Lorca Sıra Gecesi…  Burada sizlere ne  Güneydoğunun “Sıra Gecesi” geleneğini ne de dünyaya mal olmuş, aşkın, direnişin, gençliğin simgesi olmuş Garcia Lorca’yı anlatacak değilim, izlediği iletmekle yetineceğim.

Mehir Günşiray onlarca besteci,  sayısız müzisyen , şarkıcı  ve oyuncudan , Lorca’nın dizelerini   kendi tarzlarında besteleyip, yorumlayıp, AKM’nin o dev sahnesine taşımalarını istemiş. 
Bir kır kahvesi havasında düzenlenen o dev sahnede, 40 kadar “program” hiç ama hiç aksamadan birbirini izliyordu. Caz diziplininden gelen Ayşe Tütüncü’den  Baba Zula’ya, Teoman’dan Zuhal Olcay’a, Sema’dan  Muammer Ketencioğlu’na, Vedat Sakman’dan  şarkısını Karadeniz şivesiyle söyleyen (ve tıklım tıklım salondan en büyük alkışı alan)  Ayşenur Kolivar’a  uzanan çok uzun bir liste…

Gitarla sazın, akordeon ile çello kuartetin, elektronik müzikle uzun havanın  ve “Yesin oni ninesu”nun birbirine karıştığı ; çocuk korosuyla göbek havasının, striptiz ile  tango ve flamengonunve farklı dillerin  birbirini izlediği geçit töreni çok eğlenceliydi ama ne denli Lorca’yı ve “evrenselliğini” bize taşıdığı tartışılırdı.  Doğrusu beni aşıyordu.  Programda “Şiir:Lorca” yazmasa, ben anlamazdım.
O akşam, Lorca’nın tiyatrosunu bulamadım ama  Lorca’yla kucaklaştığım anlar oldu:

Lorca’nın şiirini Cüneyt Türel ve Ahmet Levendoğlu’nun  sunduğu dizelerde yaşadım…
Lorca’nın “müziğini” ve aşk tutkusunu Nihal Geyran Koldaş’ın yorumunda  yakaladım… 

Lorca’nın direnişine  Ali Erenus’un bestelediği , Bilgesu Erenus’un yorumladığı  Müştak Erenus’un “Satırbaşı” , Lorca’nın “Atlının Türküsü”nde tanık oldum.

Lorca’nın yaratıcı gücüne ve gençliğine,   Hazal Selçuk’un  yorumuyla anlamları çoğalttığı  “Yüz Yıllık Aşka Gazel” ( beste: Timur Selçuk ) parçasında gördüm ve yaşadım.

Lorca’nın o sonsuz duyarlığını ve evrenselliğini bana taşıyan ise hiç kuşkusuz Tilbe Saran’ın  yorumuyla  Zeynep Tanbay’ın , şiir üzerine koreografisi, dansı  (yoksa can çekişmesi mi demeliydim…) oldu. İkisinin bütünlüğü ve duygu akıl yaratıcılık  fırtınası müthişti.
Yerim bitti , İstanbul sahneleri bitmek bilmiyor… Arkası yarına…

2 Haziran2006- Cumhuriyet

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.