Menü

Duvara Karşı...


09 Temmuz 2010 - Zeynep Oral -

Çağdaş operada erkili bir çalışma:

"Duvara Karşı..."

Bütün bir kışı AKM’nin terk edilişine, yalnızlığına, yoksunluğuna, ah vah etmekle geçiren 2010 Avrupa kültür başkentimiz İstanbul’un, yeni doğan festivali dolu dizgin devam etmekte… Uluslararası Birinci İstanbul Opera Festivali’nden söz ediyorum.

Operacılar dişe diş bir mücadele veriyor. Sahneleri mi ellerinden alındı, bütün kış, Kadıköy’de Süreyya Sineması’nın mücevherden farksız ama minik salon ve sahnesine sıkıştılar… Yaz geldi, daha geniş mekân arayışına girdiler. Sütlüce Kongre Merkezi, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu, Rumeli Hisarı, Topkapı Sarayı ve Yıldız Sarayı’nı devreye soktular!

Başta Rengim Gökmen ve Yekta Kara olmak üzere, Aspendos Festivali’ni tohumlayıp yeşerten, geliştiren ve uluslararası saygınlık kazandıran ekip, inanıyorum ki, İstanbul Opera Festivali’ni de başarıya ulaştıracaklar.

Bu, birinci yıl ve emekleme dönemi… Şimdilik programın başındayız… İki prodüksiyondan ilkini, Rossini’nin "Fatih Sultan Mehmet"ini göremedim. Benim gibi kaçıranlar üzülmesin, öyle beğenildi ki, önümüzdeki yaz festivalde yeniden sahnelenecekmiş…

BİR FİLMDEN YOLA ÇIKMAK

Fatih Akın’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği, çok ödüllü "Duvara Karşı" filmi beni çok etkilemiş ve sarsmıştı. Bu filmden yola çıkarak nasıl bir opera eseri yaratılıp sahnelendiğini çok merak ediyordum. Filmdeki o farklı katmanların, farklı okumaların izleyiciye geçip geçmeyeceğini? Filmde bir an bile yavaşlamayan gerilimin ve devinimin operada nasıl bir izlenceye dönüşeceğini? Hele hele baş oyuncularıyla (Sibel Kekilli ve Birol Ünel ile) bütünleşmiş karakterlerin, içime yerleşmişliğinin üstesinden gelebilecek miydim?..

Bremen Operası’nın sunacağı operayı izlemek üzere Rumelihisarı’na girerken endişelerim çoktu.

Baştan söyleyeyim: Operayı soluk soluğa, ilgim bir an olsun dağılmadan, baştan sona sonsuz bir tat alarak izledim.

Filmden çok etkilenip bu operayı besteleyen Ludger Vollmer’in müziğini ilk kez dinliyorum. Biraz araştırdım: 1961 Berlin doğumlu, muhteşem bir müzik eğitimi ve meslek yaşamı var. Alfred Schnittke’yle çalıştığını okuyunca çok heyecanlandım. Farklı türlerde birçok eser vermiş.

Şef Tarmo Vaask’ın yönetiminde Bremen Filarmoni orkestrasının yorumladığı müzik, benim için çok karmaşık bir yapıya sahipti. Ancak, bu yapıdan sıyrılan, gelişerek büyüyen, çok duygusal, muhteşem melodiler ve aryalar vardı. Alabildiğine özgür bir beste… Hem çok duygusal, hem de sonsuz bir enerji barındıran bu beste, öykünün gerilimini neredeyse birebir yansıtıyordu. Ludger Vollmer klasik orkestraya bağlama, ney, zurna ve kaval gibi Türk müziği çalgıları da katmıştı. Batı kültürüyle, Anadolu çağrışımı yapan ezgiler iç içe örülmüştü… İki dilin, Almanca ve Türkçenin kullanılması kulağın kısa sürede kabullendiği ve benimsediği bir gerçeğe dönüşüyordu. Eserin, bestecisine "Avrupa Hoşgörü Ödülü"nü kazandırdığını anımsatayım.

BAŞARILI SAHNELEME, OYUNCULUK VE SESLER

Ben müzik eleştirmeni değilim. Tiyatro birikimimden olsa gerek opera bile izlerken, sahneleme en az beste kadar, oyunculuk ise en az sesler kadar önemli oluveriyor benim için... İşte bu açıdan çok çok şanslıydım. Çünkü: Beste, reji, mizansen, seslerin niteliği ve oyunculuk hepsi bir bütünü oluşturuyordu.

Eseri sahneye koyan Michael Sturm (1963 Hamburg doğumlu) çok hareketli, çok dinamik, her an sahnenin her alanını kaplayan, oldukça cesur bir iş çıkarmıştı. Koro ve oyuncuların, sonsuz devinimin ardından ansızın donup hareketsiz kalması çok etkileyiciydi. Gunther Grollitsch’in koreografisi önemli bir katkı sağlıyordu sahnelemeye…

Hem beste, hem sahneleme, simgelerden (kurban, kan, toprak, taş, vb.) bol bol yararlanıyordu. Sahnedeki kumun avuçlardan dökülüşüyle, ney sesinin birlikteliği yüreğimden çıkmayacak…

Tüm şancılar çok başarılıydı. Üstelik birbirinden zor aryaların üstesinden gelmek durumundaydılar. Ancak başrolleri paylaşan ikisine "vuruldum" diyebilirim. Sibel rolünde Şirin Kılıç, Almanya’da yetişmiş bir mezzo soprano. Sesi berrak ve hüzünlü, çarpıcı bir müzikalitesi var. Cahit rolünde gepegenç bir bariton Levent Bakırcı (1978 doğumlu) bizde Siemens Genç Şancılar yarışması finalistlerinden. Her ikisinin de oyunculukları mükemmel. Hem sesleriyle hem oyunculuklarıyla izleyiciyi peşlerinden sürüklüyorlar.

Onca devinime karşın eserdeki hüzün, lirizm, yalnızlık acısı, yürek acısı, gençlik acısı, başkaldırı ve isyan, tıpkı filmdeki gibi, operanın da sonunda gelip içinize yerleşiyor! Emeği geçen herkesi kutluyorum.

Cumhuriyet- 9 Temmuz 2010

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.