Düş Kırıklıkları … Fay kırıkları …
21 Ağustos 2009 - Zeynep Oral -
Türkiye’den birkaç gün uzaklaşıp, o süre boyunca gazete okumamak, haber dinlememek, dönüşte çok ciddi travmalara yol açabiliyor.
Bana da öyle oldu. İtalya’da iki opera festivaline gitmiştim. Dönüşte uçakta tüm gazeteleri kucağıma aldığımda , sanki hiç gitmemiş gibiydim. Aynı haberleri , aynı yorumları okuyordum.
Değişen ve Değişmeyen
Yok haksızlık etmeyeyim değişen bir şeyler vardı elbet!
Örneğin , gitmeden önce hükümetin “Kürt Açılımı” diye lanse ettiği olayın en azından içeriğini dönüşümde öğrenirim diyordum ama yanılmışım. “Açılım” açıklanmamıştı ama ad ve tanım değişmiş “Demokratik açılım” olmuştu.
(Aman Zeynep dikkat! Açılımın içeriğini soran, barış karşıtı, savaş yanlısı ilan ediliyor. Kürt vatandaşlara karşı sürdürülen ayrımcılığa, 30 yıldır her fırsatta karşı çıksan da yoksa sen kanın durmasından yana değil misin diye sorarlar adama! Tamam konuyu değiştiriyorum! )
Değişen : Ergenekon Davasında yeni bir iddianame 3.sünün işleri daha da karıştırması… Değişmeyenlerin başında tutukluluğun devamı yani yargı kararı olmadan cezanın sürdürülmesiydi! Raslantı bu ya, uçakta on gün aradan sonra bakabildiğim Cumhurityet’te tam da o gün Mustafa Balbay, ender yazabildiği yazılarının birini yazmıştı. Ve herkesin bildiği, Hilmi Özkök ve Bülent Arınç’ın “evet biliyorduk, haberdardık” dedikleri darbe girişimi için “Peki onlar tanık, ben niye sanık, üstelik tutuklu sanık?” diye muhteşem bir soru soruyordu…
Başbakan habire “demokratik açılım” dedikçe ben işte ha bire Mustafa Balbay’ı, Prof. Mehmet Haberal’ı, Doğu Perincek’i, ölüme terk edilen Güler Zere’yi düşünüyordum. Başbakan “Demokratik açılım” dedikçe, ben üniversite harçlarını protesto eden öğrencilere karşı aynı başbakanın kükremesini, o gençlerin yediği dayağı düşünüyordum…
(Aman Zeynep dikkat! Başbakana laf yok! Başbakanı eleştirenlerin başı beladan kurtulmuyor! Yaşasın başbakan “demokrasi” dedi diye göbek atarsan “yükselirsin”! Tamam konuyu değiştiriyorum.)
Velhasıl değişen ve değişmeyenlere bakınca en çok şunu fark ettim: Yolculuğa çıkmadan önce “Açılım” düşüncesiyle daha umutluydum. Dönüşümde 17 ağustos depreminden daha bile ciddi bir fay kırıklığıyla toplum daha da ayrışmış, ayırımcılık, Kürt ve Türk milliyetçiliği, ırkçılık, etnikçilik daha da artmıştı. “Açılım” ile “Ayırım” arasında birkaç harf farkı var. Aynı zamanda korkunç bir uçurum…
Yalanlar, Aldatmalar
Geçen hafta sizlere Pesaro’daki Rossini Festivali’ni paylaşmıştım. . İtalya’da izlediğim ikinci festival Macerata’daki Sferisterio Opera Festivaliydi.
16 Yüzyıldan kalma bu dağ kasabasında 45 yıldır yapılıyor festival. Pier Luigi Pizzi yönetiyor. (İstanbul Festivali izleyicileri onu İstanbul’da Aya İrini’de sahnelediği “Beyazid” operasından anımsayacaklar) Her yıl belli bir tema çerçevesinde eserler seçiliyor. .Her yıl saptanan farklı tema çevresinde üç yeni opera prodüksiyonu, sayısız konser ve konferans yer alıyor.
Bu yılın teması “Düşkırıklıkları”ydı. Seçilen üç opera Don Giovanni, “Madam Butterfly” ve “La Traviata” idi. Son ikisini izleyebildim. “La Traviata”da tüm esere egemen olan o tutku, o müthiş aşk ortalarda görünmüyordu. Sanki yoktu. O nedenle geçelim… “Madam Butterfly” ise dört dörtlüktü.
Daniele Callegari’in yönetiminde Marche Orkestrasının ve Marche Vincenzo Bellini Korosu’nun yorumladığı eseri, Pier Luigi Pizzi sahneye koymuş, sahne ve giysi tasarımını yapmıştı.
Macerata’nın özelliği başka hiçbir yerdekine benzemeyen bir arenaya sahip olması. 1800’lerden kalma, spor amaçlı( yüksek düz bir duvara karşı oynanan bir top oyunu ve boğa güreşleri için) kullanılan bu arena, 1921’de opera temsillerine açılmış. Açılmış ama, bu yarım elips biçimindeki (90x36 metre) ve neredeyse 90 metre enindeki sahneyi kullanmak başlı başlına bir sorun olmuş! Mimar kökenli tasarımcı ve yönetmen Pizzi, sorunu Butterfly’ın evini dev sahnenin ortasına yerleştirip, sahnenin geri kalan çok geniş alanlarını Çin bahçeleri havuzları olarak kullanıp, koroları bu alanlara yayarak çözmüş. Orkestra ve koronun mükemmelliği İtalyan solistlerin ustalığıyla taçlanıyordu. Kendini çoktan kanıtlamış soprano Alessandra Capici Butterfly rolünde duru bir su, kusursuz bir pırlantaydı.
Pizzi’nin yoruma kattığı bir farklı boyut çok ilginçti: Butterfly ve aşık olduğu , umutla beklediği, yıllarca beklediği Amerikalı deniz subayı Pinkerton, ( Massimiliano Pisapia) , acıklı sona ilerlerken ikisi de gençliklerini anımsıyor ve geçmiş iki dansçıyla sahnede “canlanıyor” aryalara ve müziğe eşlik ederek romantizmi daha da yüceltiyordu.
Bir de ayrıntı: Belki 40 kadar “Madam Butterfly” izlemişimdir. İlk kez son sahnede Butterfly’ın sırtı izleyiciye dönük hara kiri yaptığına tanık oldum. Veeee olağanüstü etkileyiciydi!
Tema düş kırıklığıydı. Ama elbet düş kırıklığına uğrayanlar hep kadınlardı. Mozart (Don Giovanni) , Verdi(La Traviata) ve Puccini (Madam Butterfly) günümüzde yaşasalardı kadınlara söylenen yalanları, aldatmaları mı seçip opera bestelerlerdi yoksa güncel haberleri mi seçerlerdi : Örneğin “Maldivlerde zina yapan kadına 150 kırbaç cezası… “ ya da “ Malezya’da bira içen kadına 15 kırbaç”… Neyse konuyu saptırmayalım…
Cumhuriyet- 21 Ağustos 2009
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler