Menü

Dünyanın Tüm Duyguları…


06 Şubat 2009 - Zeynep Oral -

Çello’yla sevişen,  çelloyla bütünleşen efsanevi  Yo-Yo Ma istanbul’daydı.

Afacan bir çocuk edasıyla güle oynaya, hoplaya sıçraya geldi, herkesi sanki kırk yıldır tanıyormuş gibiydi… Kocaman gülümsemesi , pırıl pırıl gözleriyle  hepimizi kucakladığı yetmezmiş gibi, konuşurken kullandığı elleri kollarıyla da sarılacakmış gibiydi.

Zaten bir avuç insandık…Soru soran üç kişiydik. Koskoca  Türk Medyasının iş gücü mü yok, Yo Yo Ma ile ilgilensin… İş Sanat Merkezi’nin fuayesindeydik. Konserinden birkaç saat önceydi…

Elinde  o ünlü 300 kusur yıllık Venedik yapımı çellosuyla güle oynaya gelip, “önce size bir şeyler çalayım” dedi. Hemen arkasından : “Müzikten nefret eden yok değil mi aranızda!” deyip bir kahkaha patlattı.  Öyle oracıkta, çalmaya başladı. Bitirince  “bilin bakalım kimdendi bu” dedi hep o afacan çocuk ifadesiyle…

Adnan Saygun’un bir bestesiydi. Yıllar önce bir Amerikalı müzikologdan duymuştu Adnan Saygun adını. Hele çello için bestelediğini de öğrenince  hemen repertuarına almıştı.

İstanbul’da burada bize Saygun çalması kolaydı, başka ülkelerde  de çalıyor muydu? (Gördünüz ya, iki dakikada Koca Yo -Yo Ma’dan neredeyse hesap sormaya başladım!)  Gülümseme daha da büyüdü: “Asya, Avrupa ve Amerika ülkelerinde çaldım ve her yerde çok sevdiler, seviyorlar” dedi.

Zaten onu müziğe bağlayan da işte bu özelliğiydi: Müziğin bir yerden ötekine  harikulade bir biçimde  yolculuk etmesiydi.  Müziğin  bu yolculuğu , bu serüveni, aynı zamanda muhteşem bir dostluğun , uyumun, barışın öyküsüydü…

Ben böyle tevazu görmedim

Sanki karşımdaki adam, içinde yaşadığımız yüzyılın “Mesih”i değilmiş gibiydi. Ona “Mesih” demişti müzik uzmanları çünkü  çelloda geçmiş yüzyılların üslubunu 21. yüzyıla taşımıştı.

Sanki müziğiyle dünyayı fetheden, müziği yaygınlaştıran, çelloyu popülerleştiren,  müziğin sınırlarını yok sayan, alanlarını ve anlamlarını çoğaltan o değildi…

Sanki yüze yaklaşan albüme imza atan, 15’i aşkın Grammy Ödülü ve daha nice ödül kazanmış, müzik tarihine imza atmış  adam o değildi…

Sanki  Bobby McFerrin’den, Daniel Barenboim’e, Diana Krall’dan Sting’e, farklı disiplinlerden sayısız sanatçıyla  bir araya gelip farklı müzikler yapan, Çin’den Brezilya’ya, Afrika ülkelerinden  Japonya’ya müzik köprüleri kuran; farklı kültürlerin  zenginliğinden  yararlanıp mucizeler yaratan deha,  o değildi…

Sanki 54 değil de, 24 yaşındaydı. (1955’de , Çinli aileden Paris’te doğmuş; 4 yaşında müzisyen babasıyla Çello’ya başlamış; 5’inde   Bach’ın çello süitlerini çaldığı ilk konserini vermiş; 7’sinde  aile Amerika’ya göç etmiş –Julliard Müzik Okulu-  21’inde Harvard Üniversitesi’nden mezun olmuştu. Ve zaten o zaman tüm dünya onu tanır olmuştu!- Yerim az, telegrafik yazıyorum!)

Bu güne dek bunca “tanrı”, “yarı tanrı”, “çeyrek tanrı”,  nice sanatçı , yaratıcı tanıdım ama böylesi alçakgönüllü olanı…

Baltacıgil’lere Övgü

Üç kişi soruları birbiri ardından sıralıyoruz. Her birine uzun uzun yanıtlar veriyor, hep çok içten,  düşünerek, tartarak, gülümseyerek, hep sarmalayarak.

Türkiye sevgisini hayranlığını, anlatıyor.  “Türkiye’nin çok kültürlülüğünü  heyecan verici buluyorum. On bin katmanlı kültürler mozaği burası” diyor… “Tıpkı elimdeki çalgı gibi nice katmanlardan oluşuyor.” …

Sık sık karısı ve çocuklarıyla tatile gelmiş. İş Sanat’in yöneticisi Meriç’e işaret edip “Söyleyin beni topluluğumla davet etsinler, gelip konser verelim” diyor. Zaten İş Sanattaki 2. konseri bu …

“İki olağanüstü yetenekli Türk sanatçı Efe ve Fora Baltacıgil’e” övgüler döşeyip,  “onlar dostlarım, ikisine de hayranım, yakından izliyorum, bir gün elbet birlikte bir proje gerçekleştiririz” diyor.

Çocuklara yönelmenin önemi

Hayatta ona en büyük doyumu veren nedir diye soruyorum . Önce  düşüne taşına, kelimelere basa basa şöyle diyor: :

“Müzisyenler uzun vadeli değil, an ve an yaşar.  Her anı kendime  ve başkalarına unutulmaz kılmak isterim. Bunun için çalışırım. Hayatımda birçok böyle unutamadığım an var…Ama beni em çok etkileyen en mutlu eden şu iki olay:  ”

Sonra çabuk çabuk ekliyor: “ Birincisi, ‘Susam sokağı’ da aralarında olmak üzeri sayısız çocuk programında çalmam, çocuklara yönelmem…Bugün koskoca adamlar,  karşıma  çıkıp, biz  20  yıl önce  çocukken sizi dinleyip müziğe ilgi duyduk demiyorlar mı… İkincisi de Toranto’da yapılan ‘Müzik Bahçesi’ … Ben Bach’ın birinci Süit’ini çalarken , Julie Moir Messervy adlı tasarımcısı arkadaşım, benim yorumumu  bir bahçe tasarımına dönüştürdü. 1997’de ki bu iş, 1999’da tamamlandı, ora halkı sahip çıktı. ‘Müzik bahçesi’ de beni çok mutlu kılıyor.”

Savaşlar ve dünya nufusu

Dünyanın acılar ve savaşlar içinde olduğunu da fazlasıyla farkında. Borenboim’in  önderlik ettiği Ortadoğu’da barış çağrısına o da imzasıyla destek vermiş… “Bosna, Darfur, Ortadoğu,   her yere gidip çaldık ama bunlar savaşı durdurmuyor” diyor…

Erdoğan’ın, Davos  vukuatını, İsrail’de televizyondan izlemiş. Konuyu çabuk geçiyoruz…

“Dünyayı yöneten,  yönlendiren politik, ekonomik ve kültürel mekanizmalar var. Bunların üçü bir arada yürümeli , birinin ağır basıp ötekileri yok saymak, felaketimizi hazırlıyor” diyor.

“Ben kültürel alanda, farklı kültürleri buluşturarak, yaratıcılığı desteklemeye çalışıyorum “diyor. “Her kültürel gelenek, unutmayın ki bir keşifle başlamıştır, yaratıcılıkla başlamıştır. “

“Bizi bekleyen en büyük tehlike  20 yıl sonra, dünya nüfusuna 20 milyon insan  daha eklenmiş olacak. Asıl en büyük sorun bu! O Zaman inanın bırakın sağlık, eğitim hizmetlerini, içecek su, soluyacak hava bulamayacağız…  “

Barack    Obama’nın yemin töreninde, tam, yeminden önce  kemancı İtzhak Perlman’la verdiği konserden mutluluk duyuyor. (“Çok çok soğuktu”)

Obama’ya  ilişkin  Yo-Yo Ma’yı  en çok heyecanlandıran, daha Başkan olmadan önce söylediği şu söz olmuş: “Dünya, empati yoksunluğundan acı çekiyor.”

“Ben , ömrü yollarda geçen bir müzisyen olarak  işte hep bu eksikliği, yokluğu, hissettim” diyor.  “Eğer bu empatiyi sağlayabilirsek , değişim umudunu da canlı tutabiliriz”. 

Bir ara, çellosunu genç sanatçı  Rahşan Apay’a verip, çalabilirsin diyor… Heyecandan tir tir titreyen Rahşan,1700’lerden kalma çello’yu çalıyor. Yo-Yo Ma iltifat ediyor.

Çellosunun adı “Petuntya” imiş. Neden çiçek adı diyorum. Hikayesini anlatıyor: Bir okulda gençlere konuşup çalarken, çocuklardan  biri   “adı ne çellonun” diye sormuş. “Adı yok ama sen koyabilirsin” deyince , çocuk “Petunya” deyivermiş. O gün bugün çellonun adı Petunya!

Kırk yıllık ahbapmış gibi yanımızdan kucaklaşarak ayrılıyor.   

Akşam Kathryn Stott piyanoda , Yo-Yo Ma “Petunya”ya sarılmış konseri dinlerken, ağlamamak için zor tutuyordum kendimi… Öyle güzeldi ki…  Yalnız elleriyle değil,  tüm bedeniyle, soluk alıp verişiyle, ama en çok ruhuyla çalıyordu. Çelloyla sevişiyordu, çelloyu ağlatıyordu,  çelloyla bütünleşiyordu. Dünyanın tüm duyguları  çellodan gelen o sesteydi.

Sanki yeryüzü hiç bu kadar güzel olmamıştı. Sahnedeki ikili,  konserin her anını unutulmaz kılmışlardı.

Cumhuriyet – 6 Şubat 2009

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.