Dans… Duyarlılık… Emek…
01 Mayıs 2005 - Zeynep Oral -
Karanlık bir sahne: Dünyamız… Aynı noktaya yönelen, karanlığı delen beyaz oklar … Okların gelip o bir noktada insanın (hepimizin ) elini kolunu bağlaması… İplerimiz kimin elinde belli değil… Karanlık dünyanın uçsuz bucaksız bir denize (ipekten ) dönüşmesi…
Dalgalar arasında yüzen, yüzmeye, batmamaya çalışan insanlar… Suların dibine çekilmeler, birbirini dibe batırmalar…Suyun üstünde kalma çabası…Dev bulutlar ( naylondan) arasında kaybolmalar…
Havada uçuşan sözcükler, havada uçuşan Einstein’ın izafiyet teorisi, havada uçuşan insanlar, havada uçuşan kuklalar… Ama en çok havada uçuşan sorular…
Beşinci yılını kutlayan Uluslararası İstanbul Dans Festivali’nde iki temsil veren Fransa’dan gelen “Philippe Genty Topluluğu”nun “Yok Olma Noktası” adlı eserinden söz ediyorum.
Hayır bu bir dans değildi (Dans Festivalinin açılışına niye seçilmişti bilmiyorum.) Dans Tiyatrosu değildi. Tiyatro değildi. İllaki bir ad koymamız gerekmiyor ama daha çok Çek’lerin dünyaya tanıttığı “Laterna Magica” ile David Coperfield’i çağrıştıran sihirli , büyülü bir gösteriydi.
Topluluk 6 oyuncu ve 5 kukla oynatıcısı ya da teknik eleman (her an sahnedeler ama kara sahnede kara giysiler içinde olduklarından görünmüyorlar) aracılığıyla, inanılması güç , büyülü, şaşırtıcı, sürprizlerle dolu görüntüler sunuyordu izleyiciye.
Beni etkileyen ender görüntülerden, olaylardan biri, insan bedeni üzerindeki bir kukla kafasını, bir süre sonra nasıl da doğal karşıladığımızdı… Topluluğun başarısı, sahnedeki dünyaya (hayata, insanlara) bakış perspektifimizi değiştirebilmesiydi.
Ancak… Şaşırıyorduk, inanamıyorduk, gülüyorduk ama bir etkileşim sağlayamıyorduk. Sahnedeki yaşamla iletişim kurmakta zorlanıyor, sahneyle birlikte soluk alıp vermiyor ve aradaki elektriği yakalayamıyorduk. Görüntü hep ön plandaydı. Duyarlılığı ise ya çok geri plandaydı ya da yoktu… Düş gücü, beceri, emek, disiplin vardı ama acaba ruhu mu yoktu?
Belki de bunları bana söyleten, temsili izlediğim akşamın sabahında (Dünya Dans Günü- 29 Nisan’da) Yıldız Alpar’ın Cumhuriyet’te okuduğum dans üzerine yazdığı yazıydı… Dans, insanların beden diliyle , engelsiz iletişim kurmasını sağlayan, duyarlılığı yayan, barışa, özgürlüğe bir çağrıydı. O yazıya eşlik fotoğrafa iyi bakın. O fotoğrafta görünen ve görünmeyen yüzlerce çocuk, minik balerin, Yıldız Alpar’ın bale öğrencileri var…
Ben onları geçen hafta Unesco’nun bir gala gecesinde minicik bir temsilde izledim. Birkaç dakika içinde tavırları, duruşları , devinimleri, bakışları, müziği dinleyişleriyle yüreğimi öyle bir tutuşturdular ki, “İşte Yıldız Alpar farkı” demekten kendimi alamadım.
Dans , galiba her şeyden önce bu “yüreğin tutuşması” hali… 4 Mayısa dek Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda A.B.D., Bulgaristan, İspanya, Rusya ve Türkiye’den birer toplulukla Dans Festivali sürüyor. Bakalım yüreğimiz tutuşacak mı?
Bugün 1 Mayıs.
Emeğin horlandığı, erdemden sayılmadığı günümüzde ve ülkemizde, dilerim aklımızı başımıza toplayıp, gelir dağılımındaki uçurumu düşünmek için bir fırsat olur bugün. Emeğimizin, her şeyden önce kimliğimiz olduğunun bilincine varabiliriz…
1 Mayıs-2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler