Çocuklara Göz Kırparken…
23 Nisan 2005 - Zeynep Oral -
“Merhaba çocuklar.
Bir geniş
bir büyük ‘Merhaba’ demek,
Sonra bitirmeden sözümü
yüzünüze bakıp gülerek
-kurnaz ve bahtiyar-
kırpmak gözümü…”
Bugün 23 Nisan. Yalnız ülkemin değil, yeryüzünün tüm çocuklarına Nazım Hikmet gibi gülerek göz kırpmak geliyor içimden …
Ulusal Egemenlik gününü dünya çocuklarına adamış kaç lider var ya da olmuş şu yeryüzünde. Hiç var mı ki? Biz ne şanslıyız. Ne büyük bir nimet bu bizimkisi. Bugün hala ayakta duruyor ve “muasır medeniyet” ufkuna ulaşmaya çalışıyorsak, Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrim ve yeşerttiği tohumlar sayesinde olduğunun gerçekten bilincinde miyiz acaba…
Haydi, bugün tüm çocuklara gülerek göz kırpalım. Elbet o göz kırpmanın içini herkes çeşitli anlamlarla doldurabilir.
Örneğin o göz kırpmanın içine “seni çok seviyorum, dünyalar kadar seviyorum”u yerleştirebilirsiniz. (Kaç yaşında olursa olsun hiçbir çocuk sevgiye doymaz, doyamaz. O nedenle bunu sözle de söylemek iyidir…) Ona inandığınızı , güvendiğinizi , onunla dayanışma içinde olduğunuzu yerleştirebilirsiniz… Oyun oynamanın keyfini, çayırda çimde yuvarlanmanın sevincini, top peşinde, uçurtma peşinde, düşlerinin peşinde koşmanın coşkunu yerleştirebilirsiniz. Can Yücel’den ödünç alarak “Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin” deyip, özgürlük özlemini, bağımsızlık özlemini yerleştirebilirsiniz o göz kırpışına…
Çocukları, bir gün olsun şiddet sarmalından , öfke ve kin kısır döngüsünden , çıkar yarışından kurtaralım. Bakarsınız bir gün derken, iki üç beş on güne çıkar 23 Nisan’lar… Bakarsınız, çocukları alıştıracağız derken, kendimiz alışıvermişiz şiddete karşı şiddet dışı yollar , yöntemler denemeye…
Güvenliğin , asla şiddetle sağlanamayacağını yerleştirin o göz kırpışa…
Şiddetin yalnız yumrukla, taşla, sopayla, kaba güçle değil, sözle yazıyla, duruşla tavırla da ilintili olduğunu en küçük yaşta, belleklerinden bir daha çıkmayacak şekilde yer etmesini sağlarsak, belki daha güzel bir dünya yaratabilirler. En azından belki ileride gazeteci olurlarsa, “rating” ya da “sansasyon” peşinde koşmak, milleti kışkırtmak yerine topluma yararlı olmaya çalışırlar…
Bakmayın “Büyüklerin” ne dediğine, kapıcı çocuğu olmanın, ancak ün şan şöhreti yakalayınca “ayıp” olmaktan çıktığına kahkahalarla gülün çocuklarınızla birlikte. Hiçbir kimseyi, hiçbir işi hor göremeyeceklerini anlatın. Ün şan şöhretin değil, emeğin, insan olma onurunun , bir erdem olduğuna inandırın onları. Arada ya da sık sık “Büyüklerin” de saçmaladıklarını bilmelerinin hiçbir sakıncası yoktur. Büyüklerin her söylediği illaki doğru değildir…
Kendisi gibi olmayanı, kendisi gibi düşünmeyeni, konuşmayanı, kendisine benzemeyeni tanımasını, anlamasını, daha çok soru sormasını, yanıt aramasını, kendini “ötekinin” yerine koymasını öğretin ki, büyüyünce sağa sola, “vatan haini” yaftasını yapıştırmasın. Öğretin ki, bir güruha katılmak yerine sorgulamayı, tartmayı, tartışmayı, eleştirmeyi , düşünmeyi yeğlesin…
Bugün gülerek tüm çocuklara göz kırpacaksınız ya… Direnci yerleştirin o göz kırpışa… İsterseniz Ahmet Arif’in dizelerine sığının:
“Öyle yıkma kendini, / Öyle mahzun, öyle garip... / Nerede olursan ol, / İçerde, dışarda, derste, sırada, / Yürü üstüne-üstüne, / Tükür yüzene celladın, / Fırsatçının, fesatçının, hayının... / Dayan kitap ile / Dayan iş ile. / Tırnak ile, diş ile, / Umut ile, sevda ile, düş ile. “
Çocukların en çok, en çok, sevda ile, düş ile kanatlanmasını sağlayın. Çünkü ancak o zaman çocukluktaki yaratıcılıklarını yitirmezler. O zaman söğüt dalını kanatlanmış dört nala giden bir ata dönüştürebilir, o zaman kömürü ateşe, suyu ışığa dönüştürebilirler.
En iyisi umudu yerleştirin göz bebeklerine ve yüreklerine.
Ne diyordu Saint Exupery: “Bir gemi yapmak istiyorsan, milleti sadece odun toplamak, malzemeyi getirtmek ve iş bitsin diye çağırma; millete denizin güzelliğini ve özlemini anlat…Saint Exupery uzak gelirse Arif Damar’ı düşünün: “İlle görmek için mi beklenir güzel günler / Beklemek de güzel.”
Anneyseniz, babaysanız, bugün bir kez daha, çocuklarınızın size hiç ama hiçbir borcu olmadığını anımsayın. Onların “borçları” , kendi çocuklarına olacak…
Bugün çocukların yüzlerine gülerek bakıp göz kırparken, bir de bakmışınız, kendi içinizdeki çocuğu yakalayıvermişsiniz. Sakın onu aklınızdan, yüreğinizden eksik etmeyin.
Fazıl Hüsnü Dağlarca “Dört Yapraklı Çiçek” şiirinde söylüyordu ya:
“Çıkamaz çocukluğundan dışarı / Kimse. / Oynamamız bundandır. /
Kara toprakla binlerce yıl.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı / Kimse. / Bundandır sevmemiz /
kiraz ağaçlarını.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı / Kimse. / Kardeşliğimiz bundandır /
Mavi sularla binlerce yıl.
Çıkamaz çocukluğundan dışarı / Kimse / Bundandır inanmamamız /
Kocaman bombalara.”
İçinizde çocuğun hep canlı kalması dileğiyle…
23 Nisan 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler