Canım Arkadaşım, Annem
18 Eylül 2004 - Zeynep Oral -
Benim Canım Annem,
Baştan açıklayayım: Başka hiçbir şey yazamadığım için bunu yazıyorum.
İlk kez, meslek yaşamımda ilk kez, gazetedeki yazımı okumayacaksın. Okur okumaz telefon edip, düşündüklerini, olumlu ya da olumsuz eleştirilerini söylemeyeceksin…
Örneğin, şimdi burada olsan çok kızardın bana, bu köşeyi nasıl olur da sana seslenmeye ayırabilirim diye. Doğru annecim yapmamalıyım, yapmamalıydım…
Ama yazının başına geçeli saatler oldu ve saatlerdir yüreğimden, dilimden, aklımdan, ruhumdan, “Annem” sözcüğünden başka hiçbir şey geçmiyor… Çünkü annecim, tam bir haftadır hepimiz yalnız ve yalnız seninle konuşuyoruz, seni konuşuyoruz ; yolumuzu yordamımızı sana soruyoruz ; seninle gülüp seninle ağlıyoruz ; seninle yaşayıp seninle ölüyoruz… Çünkü bu içimdekileri sana söylemeden , başka hiç kimseye hiçbir şey söyleyemeyeceğimi biliyorum… Doğrusu bu içimdekileri sen zaten biliyorsun, sana hep söyledim … Şimdi, galiba, herkes bilsin istiyorum…
Benim Canım Annem,
Senin çocuğun olmak, senin gibi bir insanın çocuğu olmak, ne büyük bir şans, bir ayrıcalık , bir nimetti. Zamanla fark ettim ki, yalnız biz dördümüz değil, daha ne çok , ne çok “çocuk” bu şanstan, bu ayrıcalıktan, bu nimetten yararlanıyor… Çocuklarının sayısı sanki her gün artıyordu.Bizlerin arkadaşları,arkadaşlarımızın arkadaşları, dünyanın dört bir yanına dağılmış dostlarımız, sonra çocuklarımız, çocuklarımızın arkadaşları… Senin arkadaşlarının çocukları…
Her geçen gün anneliğin çoğalıyordu. “Çocuklarının” yaşı ve sınırı yoktu. Anneliğinin olmadığı gibi…
Bilgeliğinden mi? O her daim adalet ve “hak” duygundan mı? Yaşamdaki güzellikleri, yaşamdaki ışıkları, aydınlığı çoğaltma yeteneğinden mi? Hep vermekten, ha bire vermekten yana olduğundan mı? Sonsuz sevgi , şefkat verebilmenden, akıl verebilmenden ve karşılığında hiç ama hiç bir şey beklemediğinden mi?
“Çocukların” hep ama hep sevgiye muhtaç olduğunu, onlara sevginin hiç yetmediğini , yaşları kaç olursa olsun sevgiye doyamayacaklarını ne zaman, nasıl, kimden öğrendin? Sevgi ve şefkatle sarmalanmanın yaşamda en büyük güvence olduğunu? Topla tüfekle, güç ve iktidarla, para pulla sağlanamayan güvenliğin , yalnız ve yalnız sevgiyle, şefkatle, dayanışmayla , paylaşımla sağlanabileceğini ?
Bunu hep bildiğinden mi bunca verici olabildin…
Son ana dek insanları hep çevrene toplayabilme ; her sorunda, her dertte, her “imdat” çağrısında sana koşmaları , her şeyi “anlayabilme” gücünden mi kaynaklanıyordu? Sır saklayabilmenden mi? Dinlemeyi bilmenden mi? Olayları, durumları akıl süzgecinden geçirdikten sonra gönlünle değerlendirdiğinden mi? Çevrene gönül gözüyle bakmaktan, gönül gözüyle görmekten, gönlünle konuştuğundan mı?
Belki de kendini hep “ötekinin”, karşındakinin yerine koyabilmenden…
Benim Canım Annem,
Bir haftadır, başkalarından, çok farklı kuşaklardan seni dinliyorum: “Ana tanrıça”, “Toprak ana” sözleri ne çok geçiyor… Bir de “kanatsız melek” tanımlaması…
Benim içinse sen sadece annem değildin, 17 yaşımda yitirdiğim babamdın da. Ama en çok, en çok, hayattaki en yakın arkadaşımdın.
Hiç eskimeyen arkadaşım, hiç eksilmeyen arkadaşım…
İnsanın hayattaki en iyi arkadaşı annesi olursa, daha en baştan donatılmış, güçlendirilmiş, zenginleşmiş ve göğüslemeye hazır oluyor hayatı …
En iyi arkadaşımdın, ve yaptığım her doğruda, güzelde, iyide senden bir parça vardı. En iyi arkadaşımdın ve yaptığım her yanlışta, her haksızlıkta senin eksikliğin vardı.
Bundan sonra da böyle olacak.
Bunu, inanır mısın, torunlarının çocuklarından, o miniklerden de duydum. Üzülme Zeyno, o hep bizi görecek dediler, helvanı karıştırmaya yardım ederlerken… Üzülme, o artık sevdiklerine kavuştu… Biraz büyüsünler , bir ömür boyu içinde büyüttüğün aşkı, Semih’e duyduğun aşkı anlatmalıyım onlara… Yaşamda her şeyi huzurlu ve güzel yaptığın gibi, gidişinin de güzelliğini…
Helva dedim de… Şaşarsın, bu genç kuşak meğer geleneklerimizi ne iyi bilirmiş. Hepimiz Alev’den öğrendik, mutfak konusunda seninle yarışamazsak da, artık harika helva yapıyoruz… Serap’lar , Ayşe’ler, Leyla’lar, Ömür’ler, Zeynep’ler, yemek tariflerini çoğaltıp, elden ele dolaştırıyoruz…
Benim Canım Annem,
En sadık okurum yok artık, dedim ya… Biliyor musun bu tümceyi sadece ben söylemedim, gazeteci, yazar , şair, bir çok dostum da aynı şeyi söyledi. Yıldız Hanım ve Genco , en sadık seyircilerini yitirdiklerini… Cumhuriyet okurları artık bir eksik, konser salonları, galeriler de…
Şiirlere sığınmaya çalışıyorum anacım.
O çok sevdiğin Nazım Hikmet “ “iki şey var ancak ölümle unutulur / Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü” der ya; senin o ışık saçan yüzünün yanında şehrimin yüzünü bir haftadır hatırlayamıyorum bile… Senin yüzün, karanlıkta yol göstermeyi , ışıkları çoğaltmayı sürdürüyor, sürdürecek.
Mehmet Yaşın’i okumuş muydun; “Günün birinde/ çocuklarına verdikçe zenginleşen / bir anne olur
yeryüzü / ve yeryüzü olursun sen” … İşte o gün,
bugün annecim. Ve sen artık yeryüzüsün.
Ataol Behramoğlu’nu okuduğunu ve çok sevdiğini biliyorum.
“Annem yok artık. Beni düşünen kalbi yok. Bitti” diye başlıyordu “Annem yok artık “ şiiri… Aynı adı taşıyan
ikinci şiirin bir dizesi şöyleydi:
“Annem yok artık, / Onun yüreğindeki ben de yokum”…
İşte böyle benim canım annem…
Artık büyümeye çalışacağım.
Ve sana söz veriyorum : Bir daha böyle berbat yazı yazmayacağım.
18 Eylül 2004
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler